Sözüm
daha çok öğrenci kardeşlerime. İşi gücü olanlara bir şey demek haddimiz değil
zaten ama okumalarına da bir mani yok hani...
Evet,
test tekniği iyi bir meziyet. Hele ki günümüzde, test biçimindeki sınavların
insan hayatındaki belirleyiciliği düşünüldüğünde, daha da önem kazanıyor bu kabiliyet. Fikrimi açıkça söyleyeyim, ben karşı değilim test sınavlara. Mevcut koşullarda, milyonlarca öğrenci arasında, her yıl en fazla yaklaşık 20 bin kişilik kaliteli
üniversite kontenjanının, daha adilane başka türlü belirlenebileceğine
inanmıyorum.
Yalnız,
sınav odaklı şekilde test tekniğine yoğunlaşan eğitim sistemi ve teknolojinin
kolaylık getiren uygulamaları, öğrencileri ‘genel okuma’dan uzaklaştırdığını
müşahede ediyorum bazen. Aslında ülkemizde okuma genel bir sorun olabilir ama
öğrenciler açısından bu daha büyük bir sorun bence.
TÜİK
verilerine göre, ülkemizde insanların ortalama 75 yıl civarı ömrü varmış. Tüm
insanları ve insanlığın tarihini düşününce ne önemi var ki bu sürenin? İşte
kitaplar, tüm insanlığın o ortak tarihi bilgi ve tecrübe havuzundan gelerek,
insana, bildiği şeylerin hiç hesaba katmadığı boyutlarını, hiç bilmediği ve
belki bilemeyeceği, hiç yaşamadığı ve belki yaşayamayacağı bilgi ve deneyimleri
hazır biçimde sunar. Büyük bir nimettir aslında bu. Bambaşka bakış açılarını,
hiç düşünmediği noktaları ve belki de hayal dahi edemeyeceği boyutları insanın
zihnine getirir. Ufkunu açar, dimağını genişletir, analiz kabiliyeti verir ve
analitik düşünebilme yeteneğini artırır. Kısacası, kafayı çalıştırır okumak.
Kastım
ders kitapları değil, onları zaten okumak gerek dersleri geçmek için. Asıl
katkı sunacak olan diğer kitaplardır. Herhangi bir tür, konu veya yazar bile
belirtmeye gerek yok. Okumak öyle bir şey ki, içine girdikçe, yetkinleştikçe
uzmanlaşır insan. Mühim olan bir yerden başlamak. Bir süre sonra, neye ilgi
duyduğunu, neyi beğendiğini, insan tamamıyla kendi belirleyebilir. Aslolan
okumayı bir alışkanlık haline getirebilmektir. Bunu kazanmaya bakmak lazım. Bu
konuda insanın kendine hedef koyması iyi bir hareket noktası olabilir. ‘Yılda
en az şu kadar kitap okuyacağım’ veya ‘günde en az şu kadar sayfa okuyacağım’
diye başlangıçta, insan kendine hedef koyabilir. Göreceksiniz işe yarayacak,
zamanla okumanın alışkanlık haline geldiğini göreceksiniz.
Hiç
unutmam, yazları, 'Kanatlı' bizi bağ-bostan beklemeye gönderirdi, çocuk ve
öğrenciyken. Benim yabana giderken bir hedefim de, en az elli sayfa okumaktı,
misal. Bu okuma bitene kadar, zaten aradan birkaç saat geçer, biz de ‘bekleme’
işini halletmiş olurduk, pratik faydasını da gördük yani!
Bu
neden önemli, çünkü ileriki yaşlarda ve iş hayatında, bence özellikle
öğrencilik döneminde yeterince okumayanlar, çalışma disiplini ve sorun çözme
konusunda tökezliyorlar. Her şey bir test sorusu kadar basit olmalı sanki. Her
şey bir bilgisayar tuşuna dokununca çözülmeli, cep telefonuna indirilecek bir
uygulama adeta tüm meseleleri halletmeli. Maalesef yok böyle bir dünya!
Üretmek
ve sorun çözmek için dirsek çürütmek gerekiyor. İlave olarak, iyi bir analiz
kabiliyeti ve analitik düşünme becerisi de lazım. Ve bu da, öyle hemen
kazanılmıyor ne yazık ki, yıllarca edinilecek bilgilerle, kendinizin veya
başkalarının tecrübelerinden öğrenilerek içselleştiriliyor. Bunun en kısa yolu
da, okumaktan geçiyor. Bu arada, unutmayalım, “İkra!” şeklindeki o ilk ilahi
emrin “Oku!” manasına gelmesinin de bir anlamı olmalı…
Ha,
tüm bunlar, ‘hayatta başarılı olmayı garanti eder mi?’, bilmiyorum ama işe
yarayacaktır bir gün, emin olun. Bir de, hayat kısa ama uzun bir maraton gibidir
de, neticeye bakmak lazım…
Son not: Akıl vermek, sorun çözmek demek değildir. Sorun çözmek, müdahil olmayı
gerektirir.
Akıl
verme, sorun çöz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder