Barak Ovası'nda yazın en güzel şeylerin başında bence püfür püfür esen garbı yeli gelir. Sabah ayrı nimettir, akşam apayrı. Biraz fazla maruz kalınca hafiften üşüten bir yanı var ama garbı yelinde, açık havada uyumak dahi büyük keyiftir. Aslında hem serinlik verir, hem bereket getirir türlü meyveye. Özellikle akşam üzeri esmeye başlar, sanki insanı kendine doğru çağırır, garbıya doğru. Biz de uyduk çağrısına yöneldik garbıya, hem esentisini duyumsadık ince ince hem de sıcakla birlikte olgunlaştırdığı çeşit çeşit üzümleri, tüylü âcürleri ve hâyirleri (incir) tattık bir yaz günü Barak'ta...
İlk babamdan duymuştum adını. Köyün ilk öğretmeniymiş Cemal Hoca. 'Kanatlı', çok zaman gülümseyerek anlatırdı ona dair hatıralarını. Cemal Hoca, bilinen herhangi bir resmi görevi olmadan, köylünün iaşesini ve barınmasını üstlenmesi karşılığında gönüllü öğretmenlik yapmış Seydimen'de 1940'lı yıllarda. Hem de ne koşullarda ve ne olanaklarla, şaşırmamak elde değil. Esasında o dönem ağaların köy odalarında Hafız gibi sürekli başka kalanlar da varmış. Köyün çocuklarına öğretmenlik yapmasa dahi yine ağaların mekânlarında bir şekilde barınması mümkünmüş. Fakat Cemal Hoca, o günün ve ortamın şartlarında, köyde kaldığı müddetçe özellikle kış aylarında, elinden geldiğince aralarında babamın da olduğu köyün uşaklarına belletmenlik yapmış bir nevi. Bu gayrı resmi ve derme çatma yerlerdeki eğitimin sonunda, herhangi bir diploma ve belge verilmemiş ama babam 'Kanatlı' ömrü boyunca okuduğu Kur'an'ı ve 'eski yazı'yı Cemal Hoca'dan öğrenmişti sanırım.
Bu yaz, köye son gitmemde Servet Emmi'ye denk gelmem çok iyi oldu. Cemal Hoca ve o zamanın koşulları hakkında güzel bir söyleşi yaptım kendisiyle...
'Garıp' kitabında 'Attar' isimli bir öykü yazmıştım. Zira attarların çocukluk belleğimizdeki yeri apayrı olmuştur. Bu yaz, köy ziyaretinde biz çocukken sattığı şeker sucuğunu ve bisküvilerini çok yediğimiz eski attarlardan İzanlı (Düzbayır) Ömer Demir abiye rastlamam iyi oldu. Onu, çocukluğumda köyden Gaziantep'e yolculuk ederken köy otobüslerinin arka koltuğundaki heyecanlı konuşmaları ve otobüse çuvalla bir şeyler yüklerkenki o telaşlı hâliyle hatırlıyordum daha çok. Onunla kısa ama gayet samimi ve hoş bir söyleşi yaptık attarlık üzerine:
Ben bir fıstık ağacıyım Barak Ovası’nda Gücünü yüklenmiş kadim ve sert yurttan, Dipdinç, dirayetli ama gevrek bir esneklikten o uysal bedenim, Kıraç toprakların kızıla çalan rengine bulanmışım narince Sıra sıra baranlarda uzayan ufkun kızıllığına doğru… Sallanır, süzülürüm “Garbı Yeli”nin tatlı esintisiyle bir akşamüstü sessizce... Sonra geniş dallarım var tıpkı memleketim ama budanmış, bakımlı, Sızar sakızlarım budalı yerlerinden, buran, büyüleyen, keskin bir koku eşliğinde, Yapışkan, sağaltıcı, yoğun mu yoğun, gri bir merhem sanki o özüm... Yemyeşil kalın yapraklarımda sarımtırak damarlarım gerili İpince bir şahesermiş gibi desenli... Taşınır meyvelerime su, Çağlam yarınlara... Kızıl renkli taştan, topraktan emilenler, kıpkızıl tohumlarıma yetiştirilerek…
04.06.2020, GOP, İstanbul. Dr. Göksel TiryakiAntep Fıstığının Hikâyesi
Bu, antep fıstığının hikâyesidir
Uzun mu uzun
Zahmetli mi zahmetli
Sabır isteyen, meşakkatli bir iştir bu.
Hikâye, henüz bir iki karışlık yabani fıstık fidanının
Eşilen derince çukura dikilmesiyle başlar,
İlk heyecan tutup tutmadığıdır
Ama ondan da önce ‘Kösnü yer mi?’ merakı vardır bir de.
İlk badire, fidanın yerini sevmesi ve tutması ile aşılır,
Lâkin daha kat edecek çok merhale bekler ekincisini
Dile kolay kalem atılacak, yani aşılanacak boyuta gelecek daha yabani fıstıkların bedeni
Nereden bakılsa en az 5-6 yıl karşılıksız çalışılacak fidanlara
Korunacak, bellenecek ve sürülecek her yıl
Tâ ki kaleme gelip kalınlaşana değin.
İnce iş bu kalem dönemi,
Bir kez daha heyecan saracak yetiştiricileri
‘Acaba tutar mı, tutmaz mı?’ diye
Neyse ki yılların maharetli elleriyle yapılan aşıların
Yarıdan fazlası ilk seferde başarılı olur,
Fakat daha yeni başlar ziraatçının esas işi
En azından bir 5-6 yıl daha beklenecek ürün almak için
Tam bir antep fıstığı ağacı içinse en az 15-20 yıl göze alınacak
Yine karşılıksız verilecek emekler ve yüklenilecek masraflar yıllarca
Elbette garantisi yok, arada kuruyanlarına şahit olunacak
Onca yıllık emeğin ve masrafın mahsulü, göz gibi sakınan ağaçlardan…
Daha durunuz, o güzelim kavrulmuş fıstıkların Yemyeşil fıstık ezmelerinin ortaya çıkmasına çok var,
Hemen hemen tüm yılı eli yüreğinde kaygıyla geçirecek üretici
Bir kere sene kurak mı, yeterli yağış oldu mu, önemli
Baharda, fıstık ağaçları daha yeni uyandığında ayaz kâbusu var
Sonra dolu vuracak mı korkusu atlatılacak
Geçen yıl iyi mahsul alınmışsa ağaçlar yorgundur zaten
Bu şartlarda, kendine yetebilecek, karagözü ve ürünü dökmeyecek mi bakalım?
Ya haşereler ağacın suyunu emip tüketmeyecek mi?
Sıcak vurup kavurmayacak mı?
Kolay mı, koca bir yıl bekleyip ürün kaldırmak?
Hem her şey onca yıl çalışıp yetiştirmek ile bitmez ki
Ürünü hırsızlara kaptırmadan toplayıp ayıklamak lazım
Bir de asıl hırsızlar var tabiî, emek gaspçıları, "Stokçular!"
Borçtan ihtiyaçtan ucuza kaptırılmazsa fıstıklar iyidir
En kötüsü, onca çaba ve para ile yetiştirdiği ürünlerini
Hasat zamanı üç beş kuruşa elden çıkarmak
Ve üç beş ay içinde arkasından bakakalmak
Kaça katlamış fıstık fiyatlarının…
24 Temmuz 2018, Beşiktaş. Dr. Göksel Tiryaki
Antep Fıstığı Fotoğrafları
Dijital fotoğraf makinelerinin yaygınlaşması 15 yıl olmuştur. İşte yaklaşık son 15 yıllık bu dönem zarfında hemen her mevsim gittim Barak’a. Çektiğim bir kısım fotoğraflar aşağıdaki videoda, özellikle antep fıstığının hemen her hâline ilişkin fotoğraf var:
Bu da antep fıstığının kabuğundan ayıklanma (kavlatılma) sürecidir:
Bin bir zahmetli bu kerpiç yapıları hâlâ koruyan tüm hemşehrilerimizi kutluyoruz. Gerçi şimdilerde çoğu yerde yok ama işte böylesine ocaklık, ahır, ambar, pin (kümes), hâvuş (avlu) olmadan köy mü olur?
Fotoğraf: Faruk Naim
Fotoğraf: Faruk Naim
Fotoğraf: Sedat Demir
Fotoğraf: Sedat Demir
Fotoğraf: Faruk Naim
Fotoğraf: Sedat Demir
Fotoğraf: Faruk Naim
Hani öyle fotoğraflar vardır ya, bir anlık görüntü sayfalar dolusu yazıdan ve uzun uzun nutuklardan daha çok şey anlatır. Yeşil çerçeveli kerpiç damının önünde gün aşmak üzere, akşam sobasının odununu kıran bir Barak anası o. Herkesin ‘medeniyet’e, yani şehre akın ettiği bir zamanda, bozkırın çilekeş ama vefalı ve eli öpülesi bekçileri onlar.Bozkırın anaları onlar. Allah uzun ömür versin.
“Barak’ta zurna, en temel eğlence enstrümanıdır. Ancak Barak için yanık zurna sesi bir eğlencenin çok ötesinde, içten ve derin bir çığlığa dönüşür çoğu zaman. Onlarca farklı makamdaki içli ezgiler, âdeta geçmişin bütün hüzün ve ıstıraplarını zurnanın o tiz sesiyle dile getirir ve muhatabının yüreğine ve ruhunun en ücra köşelerine kadar işler. İşte bu anlarda, zurna bir eğlence aleti olmaktan ziyade geçmişle bugünün arasına bir hüzün köprüsü kuran gizemli bir çalgıya dönüşür. Eski zamanın ve duyguların bir anlamda yeni kuşağa aktarılmasına vesile olur. Barak’ta eskiden beri, zurna ve ayrılmaz parçası davul olmadan ne nişan ne de düğün olurdu. Zurnanın davuldan farkı illa törensel bir etkinlik gerektirmemesiydi. Barak’ta davul olur olmaz çaldırılmazdı. Mutlaka sünnet, askere gidiş ve evlilik gibi çok önemli bir günde getirtilirdi. Neticede davulun sesi komşu köylere kadar gidebildiğinden, etraftaki insanlara habersiz davul çaldırmak biraz tuhaf karşılanabilirdi. Lâkin zurna öyle değildi işte. O da güçlü bir çalgı aletiydi, ama davul kadar bir seremonisi yoktu. İstenilen hemen her yer ve ortamda çaldırılabilirdi.”
"Esasında kimi sözleri uzatılarak, kimi sözleri daha bir vurgulanarak icra edilen Barak uzun havaları, bu yörenin insanı için en önemli duygu dışavurumu ve yansıması olarak görülebilir. Diğer Anadolu insanları gibi Baraklar da duygularını açık şekilde ifade etmeyi pek sevmezler. Türküler, duygu aktarımı ve ifadesi için muazzam bir araçtır. İnsana dair hemen her şey türkülere konu olur ve bir insanın görüp görebileceği en içten biçimde dile gelir âdeta. İşte Barakeli’nde, dost meclislerinden düğün dernek etkinliklerine kadar neredeyse tüm kalabalık ortamların temel eğlence ve gündem maddelerinden biridir Barak havaları. Hüzün tüter Barak’ın neredeyse tüm bu türkülerinden; tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu türkülerin arkasında yatan yüzlerce yıllık göç, sürgün, isyan, ıstırap ve özlemler; derin ve duygu dolu ağıtların dokunaklı sözleri ve zurnanın tiz sesiyle buluşmakta, sanki bir çığlığa dönüşmektedir. Barak’ta nesilden nesile aktarılan bu söz ve ezgiler, Barak Kültürü’nün en önemli ürünlerinden sayılabilir. Bir anlamda geçmişi ve gidenleri “unutmadık” demektedirler. Çünkü hem tarihsel olaylardan hem de günlük yaşamdan derin izler taşır bu türküler. Bu türkülerin yüzlerce yıldır Baraklıların hayatında bu denli yer kaplaması ve iz bırakması boşuna değildir. Geçmiş; tüm azameti, haşmeti ve acılarıyla bu türkülerde hâlâ yaşamaktadır. Sanki bu türkülerin her söylenişi, o eski zamanların bir çeşit yâd edilmesi gibidir. Dinleyenler, âdeta o eski zor günleri yaşamış gibi derin düşüncelere dalar genelde. Geçmiş ve anılar, bugünün dertleriyle harman olup savrulur gibi olur bu Barak havaları ile. Bilmeyene ve içinde yoğrulmayana çok dokunamayabilir bu ağıtlar; ama içindeki o içten ve derin hisleri duyumsayabilenler için, artık vazgeçilmez olur Barak Türküleri."
Abdallarımıza çok saygı duyuyorum. Özellikle mesleğini ve sanatını büyük bir tutkuyla icra edenlerine. Barak kültürü bugünlere kadar taşındıysa bunda şüphesiz en büyük pay abdallara aittir, elbette başta da pirleri Dedemoğlu’na. Yaşam biçimi, hayata bakışı, giyimi, yemeği, düzeni, cemaati, toprağı ve ona yaklaşımı, tarzı ve tavrıyla farklıdır Barak. Öte yandan bazılarının anladığı ve kimilerinin de bilerek veya bilmeyerek öyle sunduğu üzere, Barak kültürünün sadece davul zurnaya indirgenmesi bence doğru da değil. Hele ki hiçbir estetik kaygı taşımayan, izbe köşelerde, tuhaf ortamlarda, yiyecek ve içecek artık ve bulaşıkları eşliğinde çekilen görüntülerin yaygınlığı büyük haksızlık. Bu türküler, belki yüzlerce yıl sürmüş göçlerin, hasretlerin, acıların, ıstırapların ve ağır dertlerin birer yansıması gibidir. Herkesin hayatına ve tarzına saygım var. Fakat Barak türkülerini yalnızca belirli ortamların katığıymış gibi sunmak en çok bu derin ve içli türkülere karşı yanlış olur. Biraz estetik ve zarafet (incelik) Barak’ı daha iyi noktalara taşır, daha geniş kitlelere ulaştırır. Bu inceliğin Barak ezgi ve türkülerinden de esirgenmemesi dileğiyle...