'Taha Uşağı' ve 'Kanatlı' yine hasbihâle dalmışlar evin önünde... (Nisan 2014) |
Yazları iş daha çok olduğundan ve güne daha erken başlandığından, haliyle uyanmak biraz daha güç olurdu. Fakat eğer yapılacak işler varsa, herkesten önce kalkan 'Kanatlı', başımızda bu sözleri sürekli tekrarlayarak, "Di, Yallah di!" derdi. Bizi erkenden uyandırma ritüeli gibiydi bu sözler. Esasında kendisi de uyanıp yataktan kalkarken, "Ya Fettâh, Ya Rezzâk, Ya Hayr, Ya Allah!" sözlerini tekrarlayarak güne başlardı her daim. Bazen, bizi uyandırmasa dahi, kendi kendine bu 'yakarış'ı andıran sözleri peş peşe söyleyerek işine gücüne baktığına yarı uykulu yarı uyanık şahit olmuşumdur.
İleri kalp rahatsızlığının bir belirtisi de, yere sırtüstü paralel şekilde yatıp rahat uyuyamamaktır. Çarpıntıyla, boğulacakmış gibi bir hisle kalkmaya zorluyormuş kalp insanı bu durumda. Yani, normalde herkese çok kolay gelen o boylu boyunca ve sere serpe yatmanın nasıl da bir nimet olduğunu hatırlamaktır belki bu, bilemiyorum. Son birkaç yılı böyle geçti 'Kanatlı'nın. Hatta vefatından bir gün önceki gecede, sürekli saati sorup durdu. "Niye sabah olmuyor?" dedi ara ara. "Bu zaman niye böyle yavaş ilerliyor?" da dedi birkaç kez. Belki, menzile bir an önce yetişmenin telaşıydı bu, Allah bilir. Belki de, her sabahın, bir umudun ışığı olduğu gerçeğinin gayri ihtiyari bir belirtisidir. Necip Fazıl, "Ne hasta bekler sabahı ... böyle" der bir dizesinde, o zaman daha bir yakından anlamıştım bu şiirin anlamını.
Yaşarken günlerine, üzerine güneş doğmaması düsturuyla başladığı gibi, vefatı da öyle oldu. Güneş daha üzerine doğmadan gitti bu âlemden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder