'Garıp' kitabında 'Attar' isimli bir öykü yazmıştım. Zira attarların çocukluk belleğimizdeki yeri apayrı olmuştur. Bu yaz, köy ziyaretinde biz çocukken sattığı şeker sucuğunu ve bisküvilerini çok yediğimiz eski attarlardan İzanlı (Düzbayır) Ömer Demir abiye rastlamam iyi oldu. Onu, çocukluğumda köyden Gaziantep'e yolculuk ederken köy otobüslerinin arka koltuğundaki heyecanlı konuşmaları ve otobüse çuvalla bir şeyler yüklerkenki o telaşlı hâliyle hatırlıyordum daha çok. Onunla kısa ama gayet samimi ve hoş bir söyleşi yaptık attarlık üzerine:
Barak Ovası, Antep Fıstığı Diyarı, Barakeli, Barak Kültürü, Anılar ve Hikâyeler... Dr. Göksel Tiryaki
14 Ağustos 2018
24 Temmuz 2018
Antep Fıstığının Hikâyesi
Fıstık Ağacı
Ben bir fıstık ağacıyım Barak Ovası’nda
Gücünü yüklenmiş kadim ve sert yurttan,
Dipdinç, dirayetli ama gevrek bir esneklikten o uysal bedenim,
Kıraç toprakların kızıla çalan rengine bulanmışım narince
Sıra sıra baranlarda uzayan ufkun kızıllığına doğru…
Sallanır, süzülürüm “Garbı Yeli”nin tatlı esintisiyle bir akşamüstü sessizce...
Sonra geniş dallarım var tıpkı memleketim ama budanmış, bakımlı,
Sızar sakızlarım budalı yerlerinden, buran, büyüleyen, keskin bir koku eşliğinde,
Yapışkan, sağaltıcı, yoğun mu yoğun, gri bir merhem sanki o özüm...
Yemyeşil kalın yapraklarımda sarımtırak damarlarım gerili
İpince bir şahesermiş gibi desenli...
Taşınır meyvelerime su,
Çağlam yarınlara...
Kızıl renkli taştan, topraktan emilenler, kıpkızıl tohumlarıma yetiştirilerek…
Ben bir fıstık ağacıyım Barak Ovası’nda
Gücünü yüklenmiş kadim ve sert yurttan,
Dipdinç, dirayetli ama gevrek bir esneklikten o uysal bedenim,
Kıraç toprakların kızıla çalan rengine bulanmışım narince
Sıra sıra baranlarda uzayan ufkun kızıllığına doğru…
Sallanır, süzülürüm “Garbı Yeli”nin tatlı esintisiyle bir akşamüstü sessizce...
Sonra geniş dallarım var tıpkı memleketim ama budanmış, bakımlı,
Sızar sakızlarım budalı yerlerinden, buran, büyüleyen, keskin bir koku eşliğinde,
Yapışkan, sağaltıcı, yoğun mu yoğun, gri bir merhem sanki o özüm...
Yemyeşil kalın yapraklarımda sarımtırak damarlarım gerili
İpince bir şahesermiş gibi desenli...
Taşınır meyvelerime su,
Çağlam yarınlara...
Kızıl renkli taştan, topraktan emilenler, kıpkızıl tohumlarıma yetiştirilerek…
04.06.2020, GOP, İstanbul. Dr. Göksel TiryakiAntep Fıstığının Hikâyesi
Bu, antep fıstığının hikâyesidir
Uzun mu uzun
Zahmetli mi zahmetli
Sabır isteyen, meşakkatli bir iştir bu.
Hikâye, henüz bir iki karışlık yabani fıstık fidanının
Eşilen derince çukura dikilmesiyle başlar,
İlk heyecan tutup tutmadığıdır
Ama ondan da önce ‘Kösnü yer mi?’ merakı vardır bir de.
İlk badire, fidanın yerini sevmesi ve tutması ile aşılır,
Lâkin daha kat edecek çok merhale bekler ekincisini
Dile kolay kalem atılacak, yani aşılanacak boyuta gelecek daha yabani fıstıkların bedeni
Nereden bakılsa en az 5-6 yıl karşılıksız çalışılacak fidanlara
Korunacak, bellenecek ve sürülecek her yıl
Tâ ki kaleme gelip kalınlaşana değin.
İnce iş bu kalem dönemi,
Bir kez daha heyecan saracak yetiştiricileri
‘Acaba tutar mı, tutmaz mı?’ diye
Neyse ki yılların maharetli elleriyle yapılan aşıların
Yarıdan fazlası ilk seferde başarılı olur,
Fakat daha yeni başlar ziraatçının esas işi
En azından bir 5-6 yıl daha beklenecek ürün almak için
Tam bir antep fıstığı ağacı içinse en az 15-20 yıl göze alınacak
Yine karşılıksız verilecek emekler ve yüklenilecek masraflar yıllarca
Elbette garantisi yok, arada kuruyanlarına şahit olunacak
Onca yıllık emeğin ve masrafın mahsulü, göz gibi sakınan ağaçlardan…
Daha durunuz, o güzelim kavrulmuş fıstıkların
Yemyeşil fıstık ezmelerinin ortaya çıkmasına çok var,
Hemen hemen tüm yılı eli yüreğinde kaygıyla geçirecek üretici
Bir kere sene kurak mı, yeterli yağış oldu mu, önemli
Baharda, fıstık ağaçları daha yeni uyandığında ayaz kâbusu var
Sonra dolu vuracak mı korkusu atlatılacak
Geçen yıl iyi mahsul alınmışsa ağaçlar yorgundur zaten
Bu şartlarda, kendine yetebilecek, karagözü ve ürünü dökmeyecek mi bakalım?
Ya haşereler ağacın suyunu emip tüketmeyecek mi?
Sıcak vurup kavurmayacak mı?
Kolay mı, koca bir yıl bekleyip ürün kaldırmak?
Hem her şey onca yıl çalışıp yetiştirmek ile bitmez ki
Ürünü hırsızlara kaptırmadan toplayıp ayıklamak lazım
Bir de asıl hırsızlar var tabiî, emek gaspçıları, "Stokçular!"
Borçtan ihtiyaçtan ucuza kaptırılmazsa fıstıklar iyidir
En kötüsü, onca çaba ve para ile yetiştirdiği ürünlerini
Hasat zamanı üç beş kuruşa elden çıkarmak
Ve üç beş ay içinde arkasından bakakalmak
Kaça katlamış fıstık fiyatlarının…
24 Temmuz 2018, Beşiktaş. Dr. Göksel Tiryaki
Uzun mu uzun
Zahmetli mi zahmetli
Sabır isteyen, meşakkatli bir iştir bu.
Hikâye, henüz bir iki karışlık yabani fıstık fidanının
Eşilen derince çukura dikilmesiyle başlar,
İlk heyecan tutup tutmadığıdır
Ama ondan da önce ‘Kösnü yer mi?’ merakı vardır bir de.
İlk badire, fidanın yerini sevmesi ve tutması ile aşılır,
Lâkin daha kat edecek çok merhale bekler ekincisini
Dile kolay kalem atılacak, yani aşılanacak boyuta gelecek daha yabani fıstıkların bedeni
Nereden bakılsa en az 5-6 yıl karşılıksız çalışılacak fidanlara
Korunacak, bellenecek ve sürülecek her yıl
Tâ ki kaleme gelip kalınlaşana değin.
İnce iş bu kalem dönemi,
Bir kez daha heyecan saracak yetiştiricileri
‘Acaba tutar mı, tutmaz mı?’ diye
Neyse ki yılların maharetli elleriyle yapılan aşıların
Yarıdan fazlası ilk seferde başarılı olur,
Fakat daha yeni başlar ziraatçının esas işi
En azından bir 5-6 yıl daha beklenecek ürün almak için
Tam bir antep fıstığı ağacı içinse en az 15-20 yıl göze alınacak
Yine karşılıksız verilecek emekler ve yüklenilecek masraflar yıllarca
Elbette garantisi yok, arada kuruyanlarına şahit olunacak
Onca yıllık emeğin ve masrafın mahsulü, göz gibi sakınan ağaçlardan…
Daha durunuz, o güzelim kavrulmuş fıstıkların
Yemyeşil fıstık ezmelerinin ortaya çıkmasına çok var,
Hemen hemen tüm yılı eli yüreğinde kaygıyla geçirecek üretici
Bir kere sene kurak mı, yeterli yağış oldu mu, önemli
Baharda, fıstık ağaçları daha yeni uyandığında ayaz kâbusu var
Sonra dolu vuracak mı korkusu atlatılacak
Geçen yıl iyi mahsul alınmışsa ağaçlar yorgundur zaten
Bu şartlarda, kendine yetebilecek, karagözü ve ürünü dökmeyecek mi bakalım?
Ya haşereler ağacın suyunu emip tüketmeyecek mi?
Sıcak vurup kavurmayacak mı?
Kolay mı, koca bir yıl bekleyip ürün kaldırmak?
Hem her şey onca yıl çalışıp yetiştirmek ile bitmez ki
Ürünü hırsızlara kaptırmadan toplayıp ayıklamak lazım
Bir de asıl hırsızlar var tabiî, emek gaspçıları, "Stokçular!"
Borçtan ihtiyaçtan ucuza kaptırılmazsa fıstıklar iyidir
En kötüsü, onca çaba ve para ile yetiştirdiği ürünlerini
Hasat zamanı üç beş kuruşa elden çıkarmak
Ve üç beş ay içinde arkasından bakakalmak
Kaça katlamış fıstık fiyatlarının…
24 Temmuz 2018, Beşiktaş. Dr. Göksel Tiryaki
Antep Fıstığı Fotoğrafları
Dijital fotoğraf makinelerinin yaygınlaşması 15 yıl olmuştur. İşte yaklaşık son 15 yıllık bu dönem zarfında hemen her mevsim gittim Barak’a. Çektiğim bir kısım fotoğraflar aşağıdaki videoda, özellikle antep fıstığının hemen her hâline ilişkin fotoğraf var:
Bu da antep fıstığının kabuğundan ayıklanma (kavlatılma) sürecidir:
22 Temmuz 2018
Barak'ın Eski Yapı Dokusu
Barak Odası, Çiftlik (Çütlük)
|
Fotoğraf: Sedat Demir |
Fotoğraf: Sedat Demir
|
Fotoğraf: Sedat Demir |
Fotoğraf: Faruk Naim |
Fotoğraf: Faruk Naim |
Fotoğraf: Sedat Demir
|
Fotoğraf: Sedat Demir |
Fotoğraf: Faruk Naim |
Fotoğraf: Sedat Demir
|
Fotoğraf: Faruk Naim |
Fotoğraf: Sedat Demir |
18 Temmuz 2018
Davul Zurna ve Barak Kültürü
Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri isimli kitabımızdaki "Irza" öyküsünden alıntıdır:
“Barak’ta zurna, en temel eğlence enstrümanıdır. Ancak Barak için yanık zurna sesi bir eğlencenin çok ötesinde, içten ve derin bir çığlığa dönüşür çoğu zaman. Onlarca farklı makamdaki içli ezgiler, âdeta geçmişin bütün hüzün ve ıstıraplarını zurnanın o tiz sesiyle dile getirir ve muhatabının yüreğine ve ruhunun en ücra köşelerine kadar işler. İşte bu anlarda, zurna bir eğlence aleti olmaktan ziyade geçmişle bugünün arasına bir hüzün köprüsü kuran gizemli bir çalgıya dönüşür. Eski zamanın ve duyguların bir anlamda yeni kuşağa aktarılmasına vesile olur. Barak’ta eskiden beri, zurna ve ayrılmaz parçası davul olmadan ne nişan ne de düğün olurdu. Zurnanın davuldan farkı illa törensel bir etkinlik gerektirmemesiydi. Barak’ta davul olur olmaz çaldırılmazdı. Mutlaka sünnet, askere gidiş ve evlilik gibi çok önemli bir günde getirtilirdi. Neticede davulun sesi komşu köylere kadar gidebildiğinden, etraftaki insanlara habersiz davul çaldırmak biraz tuhaf karşılanabilirdi. Lâkin zurna öyle değildi işte. O da güçlü bir çalgı aletiydi, ama davul kadar bir seremonisi yoktu. İstenilen hemen her yer ve ortamda çaldırılabilirdi.”
Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri isimli kitabımızdaki "Garıp" öyküsünden alıntıdır:
Abdallarımıza çok saygı duyuyorum. Özellikle mesleğini ve sanatını büyük bir tutkuyla icra edenlerine. Barak kültürü bugünlere kadar taşındıysa bunda şüphesiz en büyük pay abdallara aittir, elbette başta da pirleri Dedemoğlu’na. Yaşam biçimi, hayata bakışı, giyimi, yemeği, düzeni, cemaati, toprağı ve ona yaklaşımı, tarzı ve tavrıyla farklıdır Barak. Öte yandan bazılarının anladığı ve kimilerinin de bilerek veya bilmeyerek öyle sunduğu üzere, Barak kültürünün sadece davul zurnaya indirgenmesi bence doğru da değil. Hele ki hiçbir estetik kaygı taşımayan, izbe köşelerde, tuhaf ortamlarda, yiyecek ve içecek artık ve bulaşıkları eşliğinde çekilen görüntülerin yaygınlığı büyük haksızlık. Bu türküler, belki yüzlerce yıl sürmüş göçlerin, hasretlerin, acıların, ıstırapların ve ağır dertlerin birer yansıması gibidir. Herkesin hayatına ve tarzına saygım var. Fakat Barak türkülerini yalnızca belirli ortamların katığıymış gibi sunmak en çok bu derin ve içli türkülere karşı yanlış olur. Biraz estetik ve zarafet (incelik) Barak’ı daha iyi noktalara taşır, daha geniş kitlelere ulaştırır. Bu inceliğin Barak ezgi ve türkülerinden de esirgenmemesi dileğiyle...
11 Temmuz 2018
Barak Odası Nedir?
Misal, 'Ayakkabı 'Çütlemek' (Eşleştirmek)' diye bir gelenek vardır. Barak odasına konuk gelenlerin ayakkabıları, içerisi yoğun olduğu ve kapı eşiğinde çıkarılan ayakkabılar karışabileceği için onlar daha çıkmadan oda sahibinin en kıdemsiz hane fertleri tarafından itinayla eşleştirilip yan yana dizilir. 'Çütlemek' derler buna. Bir nevi misafire hürmet göstergesi ve oda sahibinin genç hane halkının oda ananelerini belleyip özümsemesine vesile sayılır bu ayakkabı dizimi.
Yine 'Ortut (Küçük Dal) Toplamak' önemli bir ihtiyaçtı bir zamanlar Barakeli'nde. Ortut, sadece üzüm bağlarının ince dallarına denilmezdi bizim yörede. Hemen hemen tüm küçük dal parçalarına ortut denilirdi sanki. Bilhassa küçük antep fıstığı dallarına. Güz sonu ve kış başı budanmış fıstık bahçelerindeki küçük büyük dalların toplanıp köye taşınması gerekirdi. Zira kışın en önemli yakacak ihtiyacı bu şekilde karşılanıyordu. Hâlâ Barak’ta türlü amaçlar için bu fıstık odunları çok kullanılır. Kaliteli bir közü vardır zaten. Eskiden Barak odalarının hemen hepsinin bir köşesinde ‘mangal yeri’, ‘ocak’ veya ‘paca’ denen boşluklar vardı. Şimdi ‘şömine’ denmeye başladı. İşte o ortutlar en önemli yakacak malzemesiydi Barak odaları için de.
İnsanın ne denli sosyal ve iletişime açık bir varlık olduğunun iyi bir göstergesiydi Barak’ın sohbet meclisleri. Eğlence ve keyif namına pek fazla seçeneği olmayan taşra insanın can simidiydi bilhassa
Hüfney (Hanifi) Mahmut'un Odası |
Hüfney (Hanifi) Mehmet'in Odası |
Köyde bir ağalık, kimileri buna adamlık derdi, iddiası olan birinin mutlaka müstakil bir odası olmalıydı. Odanın ilk giriş kısmında yer alan şömine veya yanındaki gaz ocağında her daim çayın ve kahvenin hazır olması gerekirdi. Odanın temizlik ve düzeni önemliydi. Giriş kısmında, genelde ayakkabı ile girilir ve sandalye veya kürsülerde oturulurdu. Ancak daha büyük olan iç oda tabanı
Hüfney (Hanifi) Süleyman'ın Odası |
'Kanatlı'nın Odası
|
Garıp isimli hikâye kitabımızdaki 'Azap Gadır' adlı öyküden alıntıdır:
"... O zamanlar kâğıt ve plastik ambalaj bugünkü kadar yaygın değildi. Lokum ve ceviz sucuğu gibi bazı hazır yiyecekler küçük ahşap sandıklarda olurdu. Şehre gitmek, para sahibi olmak ve şehirden bir şeyler alıp gelmek başlı başına bir olaydı. Bu nedenle, kıymetli şeyleri saklamak için genelde hane reisinin odasında kerpiç duvara gömülü ve kilitli küçük bir dolabı bulunurdu. İşte mâhmil buydu. Hane reisinin değerli eşyalarını muhafaza ettiği bu dolabın, evin 'icyen'leri (çocuklar) için çok daha başka bir anlamı ve önemi vardı. Gerçi şartlar, hane sahibinin bonkörlüğüne ve boğazına ne kadar düşkün olup olmadığına göre değişirdi, ama genelde bu kilitli dolaplarda kuruyemişinden kuru baklavasına, şekerinden lokumuna kadar türlü yemişler de olurdu. Özellikle küçük ahşap sandıklarda olan lokumlar en vazgeçilmezlerden biriydi, işte o çorak bozkırın yoksunluk koşullarında, bu ahşap kutuların kıymetini varın siz hesap edin o çocuklar açısından ..."
Bu arada, yine Cahit Tanyol'un konumuzla ilgili bir makalesinden alınmış ve 'Barak Odası'na ilişkin ilginç bilgiler içeren iki sayfa aşağıdadır. Barak Odası neden mekteptir? Barak'ta yiğit ve cömert kime denir? "Odasına gidilmez onun yorum!" ne demektir?
Barak'ın Geleneği
Türkiye'nin farklı köşelerinden insanlarla karşılaşıyorum. Kimi diyor ki,
-"Eskiden bizim buralarda da aynı bu havaları çalanlar olurdu. Şimdi çalan kimse kalmadı."
Geçmişin hüznü ile hayatın ve bugünün coşkusu harmanlanır Barak'ta. İşte her şeye karşın yaşatılan eski ve köklü bir geleneğin ve kültürün adıdır Barak. Dile kolay, Anadolu'ya gelen son büyük Türkmen göçünde, dört bin çadırlık abdalların en hasları Barakların yanında kalmıştır.
O gün,
-"Bir de, 'Galata' tutim" dedi Şahan, "Bunu eski adamlar oynar, eyi bir ağır halay havası bu" diye ilave etti.
Duymayan, bilmeyen veya hâlâ sorusu olan varsa takdimimizdir efendim. İşte Barak bu, tüm dünya duysun ve bilsin lütfen. Gelenek sürüyor Barak'ta tüm olumsuzluklara rağmen. Bu bereketli toprağa sahip çıkan, onu terk etmeyen ve kurda kuşa yem etmeyen tüm Baraklılardan göçenlere rahmet, kalanlara selam olsun. Gelenek, evelallah en çok onlar sayesinde devam ediyor. Minnettarız tüm köylümüze ve emekçilerimize. Kendi tabirleriyle söylersek, "Allahıyza gurban sizing!". Onun için,
-"Tut Şahan istediğin 'galata'yı, yeniden canlansın tarih, sürsün Barak'ın töresi...
10 Temmuz 2018
Şebellâh (Kapari) Toplamak
Şebellâh (Kapari) |
Şebellâh (Kapari) |
Gel, 'şebellâh'lar (kapariler) çiçeklendiğinde, garbı yelinin urgu (önü) süre, bozkırın düzüne, toprağın hasına...
Ama bozkır 'şebellah'tır (kapari) işte biraz; bodur, sarı kanca dikenli, yabansı, derin ve sapasağlam köklü, inatçı, faydalı tomurcuklu, bembeyaz zarif çiçekli, içinde kurşuni sayısız minik tohumlu kıpkırmızı yumru meyveli... Bunu, polene bezenmiş bir arıdan daha iyi kim bilebilir; kıraç toprağın nimete bürünmüş hâli gibidir, pek kimsenin umursamadığı ama her yanı sarmış şebellahlar...
Çorak ve kıraç bozkırda, şebellâh (kapari) gibi dikenli ve bodur bir çalı bile o bildiğimiz narin koyu yeşil tomurcuklarından çok zarif beyaz çiçekler açar ve böylesine kıpkızıl içli yumru meyveler verir ayrımsız herkese, hülasa "yakın" olduklarını herkes sever sayar, "uzak" olduklarınla aran nasıl asıl...
Ama bozkır 'şebellah'tır (kapari) işte biraz; bodur, sarı kanca dikenli, yabansı, derin ve sapasağlam köklü, inatçı, faydalı tomurcuklu, bembeyaz zarif çiçekli, içinde kurşuni sayısız minik tohumlu kıpkırmızı yumru meyveli... Bunu, polene bezenmiş bir arıdan daha iyi kim bilebilir; kıraç toprağın nimete bürünmüş hâli gibidir, pek kimsenin umursamadığı ama her yanı sarmış şebellahlar...
Şebellâh (Kapari) |
Şebellâh (Kapari) |
Çorak ve kıraç bozkırda, şebellâh (kapari) gibi dikenli ve bodur bir çalı bile o bildiğimiz narin koyu yeşil tomurcuklarından çok zarif beyaz çiçekler açar ve böylesine kıpkızıl içli yumru meyveler verir ayrımsız herkese, hülasa "yakın" olduklarını herkes sever sayar, "uzak" olduklarınla aran nasıl asıl...
Şebellâh (Kapari) |
Şebellâh (Kapari) |
'Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri' kitabımızdaki Necip isimli öyküden alıntıdır:
Şebellâh (Kapari) |
Şebellâh (Kapari) |
Şebellâh (Kapari) |
Şebellâh (Kapari) |
Dikenli ve bodur bir bitkidir şebellâh. Küçük, sarı ve kanca şeklinde dikeni olur. Toplanan şebellâh tomurcukları işte böylesi iki dikenin arasında çıkan çok kısa ve zayıf yeşil uzantılarda olur. Dolayısıyla çok zarif bir beyaz çiçek açan bu sık şebellâh tomurcukları hızlı şekilde toplanırken, ikide bir bu kanca biçimindeki dikenler parmaklara geçer. Toplaması biraz zahmetlidir. Ama tüm mesele budur. Yabani bir bitkidir. Beyaz ve zarif çiçekleri açıp kuruduktan sonra, her çiçeğin tam orta yerinden yumru şeklinde çok ilginç sert bir meyvesi çıkar. Bir müddet sonra, bu yeşil sert oval biçimindeki yumru meyve yarılır, kan kırmızısı o canlı kızıllığın içinde, kurşuni renkte minicik yuvarlak tohumları belirir. İşte şebellâhın bu tomurcuğu, çiçeği ve meyvesi, şifa niyetine çok eskiden beri, Barak’ta türlü şekillerde tüketilir. Kimi acısına aldırmadan taze taze ısırır, bazısı kaynatır ve suyunu içer, kimileri de o kan kırmızısı tatlımsı meyvesini somurur. Yabanda yazıda, özellikle fazla bakım yapılmayan kıraç arazilerde bolca olurdu. Yani, öyle ilave bir yetiştirme masraf ve emeği gerektirmiyordu. Kilo hesabı satılırdı. Köylük yerde, sadece doğal olarak yetişen bu yabani bitkinin, biraz meşakkatli şekilde toplanması yanında, tomurcuğu hiç fena para etmiyordu çoluk çocuk için. Günde birkaç kilogram toplayabilen bir çocuk için iyi bir harçlık imkânıydı şebellâh. Belki yetişkinler için önemsiz sayılabilirdi bu tutar, ama biz çocuklar için cazip bir gelir elde etme fırsatıydı gerçekten. ..."
Dr. Göksel Tiryaki'nin Barak Kitapları |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler
"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...