24 Temmuz 2018

Antep Fıstığının Hikâyesi

Fıstık Ağacı

Ben bir fıstık ağacıyım Barak Ovası’nda
Gücünü yüklenmiş kadim ve sert yurttan,
Dipdinç, dirayetli ama gevrek bir esneklikten o uysal bedenim,
Kıraç toprakların kızıla çalan rengine bulanmışım narince
Sıra sıra baranlarda uzayan ufkun kızıllığına doğru…
Sallanır, süzülürüm “Garbı Yeli”nin tatlı esintisiyle bir akşamüstü sessizce...
Sonra geniş dallarım var tıpkı memleketim ama budanmış, bakımlı,
Sızar sakızlarım budalı yerlerinden, buran, büyüleyen, keskin bir koku eşliğinde,
Yapışkan, sağaltıcı, yoğun mu yoğun, gri bir merhem sanki o özüm...
Yemyeşil kalın yapraklarımda sarımtırak damarlarım gerili
İpince bir şahesermiş gibi desenli...
Taşınır meyvelerime su,
Çağlam yarınlara...
Kızıl renkli taştan, topraktan emilenler, kıpkızıl tohumlarıma yetiştirilerek…

04.06.2020, GOP, İstanbul. Dr. Göksel Tiryaki
Antep Fıstığının Hikâyesi

Bu, antep fıstığının hikâyesidir
Uzun mu uzun
Zahmetli mi zahmetli
Sabır isteyen, meşakkatli bir iştir bu.

Hikâye, henüz bir iki karışlık yabani fıstık fidanının
Eşilen derince çukura dikilmesiyle başlar,
İlk heyecan tutup tutmadığıdır
Ama ondan da önce ‘Kösnü yer mi?’ merakı vardır bir de.

İlk badire, fidanın yerini sevmesi ve tutması ile aşılır,
Lâkin daha kat edecek çok merhale bekler ekincisini
Dile kolay kalem atılacak, yani aşılanacak boyuta gelecek daha yabani fıstıkların bedeni
Nereden bakılsa en az 5-6 yıl karşılıksız çalışılacak fidanlara
Korunacak, bellenecek ve sürülecek her yıl
Tâ ki kaleme gelip kalınlaşana değin.

İnce iş bu kalem dönemi,
Bir kez daha heyecan saracak yetiştiricileri
‘Acaba tutar mı, tutmaz mı?’ diye
Neyse ki yılların maharetli elleriyle yapılan aşıların
Yarıdan fazlası ilk seferde başarılı olur,
Fakat daha yeni başlar ziraatçının esas işi
En azından bir 5-6 yıl daha beklenecek ürün almak için
Tam bir antep fıstığı ağacı içinse en az 15-20 yıl göze alınacak
Yine karşılıksız verilecek emekler ve yüklenilecek masraflar yıllarca
Elbette garantisi yok, arada kuruyanlarına şahit olunacak
Onca yıllık emeğin ve masrafın mahsulü, göz gibi sakınan ağaçlardan…

Daha durunuz, o güzelim kavrulmuş fıstıkların
Yemyeşil fıstık ezmelerinin ortaya çıkmasına çok var,
Hemen hemen tüm yılı eli yüreğinde kaygıyla geçirecek üretici
Bir kere sene kurak mı, yeterli yağış oldu mu, önemli
Baharda, fıstık ağaçları daha yeni uyandığında ayaz kâbusu var
Sonra dolu vuracak mı korkusu atlatılacak
Geçen yıl iyi mahsul alınmışsa ağaçlar yorgundur zaten
Bu şartlarda, kendine yetebilecek, karagözü ve ürünü dökmeyecek mi bakalım?
Ya haşereler ağacın suyunu emip tüketmeyecek mi?
Sıcak vurup kavurmayacak mı?
Kolay mı, koca bir yıl bekleyip ürün kaldırmak?
Hem her şey onca yıl çalışıp yetiştirmek ile bitmez ki
Ürünü hırsızlara kaptırmadan toplayıp ayıklamak lazım
Bir de asıl hırsızlar var tabiî, emek gaspçıları, "Stokçular!"

Borçtan ihtiyaçtan ucuza kaptırılmazsa fıstıklar iyidir
En kötüsü, onca çaba ve para ile yetiştirdiği ürünlerini
Hasat zamanı üç beş kuruşa elden çıkarmak
Ve üç beş ay içinde arkasından bakakalmak
Kaça katlamış fıstık fiyatlarının… 

24 Temmuz 2018, Beşiktaş. Dr. Göksel Tiryaki  

Antep Fıstığı Fotoğrafları

Dijital fotoğraf makinelerinin yaygınlaşması 15 yıl olmuştur. İşte yaklaşık son 15 yıllık bu dönem zarfında hemen her mevsim gittim Barak’a. Çektiğim bir kısım fotoğraflar aşağıdaki videoda, özellikle antep fıstığının hemen her hâline ilişkin fotoğraf var:

Bu da antep fıstığının kabuğundan ayıklanma (kavlatılma) sürecidir:

22 Temmuz 2018

Barak'ın Eski Yapı Dokusu


Barak Odası, Çiftlik (Çütlük)
Fotoğraf: Sedat Demir
Köyler büyük oranda boşaldı Barak'ta da. Ahalinin neredeyse tamamı şehirli artık. Çoğu Barak köyü ya virane ya da beton ve briket şimdilerde. Yine de eski kültürel dokusunu muhafaza eden köylerimiz var yörede. İşte Oğuzeli’ne bağlı Karacaören, Hötoğlu, Demirkonak ve civar köyler, kısmen de olsa bildiğimiz o geleneksel yapıyı yaşatan yerlerden. Eski kerpiç evlerimiz ve diğer bütünleşik mekânlar, hafımızdaki hâlleriyle hâlâ yaşıyor Barak’ın bazı köşelerinde böyle. Kerpiç yapıların ömrü de, nihayetinde onları inşa edenlerinkinden fazla olamıyor işte. Şimdi ayakta kalanlar bile yıkılmayı bekliyor yurtlarında: “Kerpiç dam bu, sıvanmazsa dayanamaz ki kara kışa...”

Fotoğraf: Sedat Demir
Fotoğraf: Sedat Demir
Bin bir zahmetli bu kerpiç yapıları hâlâ koruyan tüm hemşehrilerimizi kutluyoruz. Gerçi şimdilerde çoğu yerde yok ama işte böylesine ocaklık, ahır, ambar, pin (kümes), hâvuş (avlu) olmadan köy mü olur?
Fotoğraf: Faruk Naim
Fotoğraf: Faruk Naim
Fotoğraf: Sedat Demir
Fotoğraf: Sedat Demir
Fotoğraf: Faruk Naim
Fotoğraf: Sedat Demir


Fotoğraf: Faruk Naim
Hani öyle fotoğraflar vardır ya, bir anlık görüntü sayfalar dolusu yazıdan ve uzun uzun nutuklardan daha çok şey anlatır. Yeşil çerçeveli kerpiç damının önünde gün aşmak üzere, akşam sobasının odununu kıran bir Barak anası o. Herkesin ‘medeniyet’e, yani şehre akın ettiği bir zamanda, bozkırın çilekeş ama vefalı ve eli öpülesi bekçileri onlar.Bozkırın anaları onlar. Allah uzun ömür versin.
Fotoğraf: Sedat Demir

18 Temmuz 2018

Davul Zurna ve Barak Kültürü

Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri isimli kitabımızdaki "Irza" öyküsünden alıntıdır:

“Barak’ta zurna, en temel eğlence enstrümanıdır. Ancak Barak için yanık zurna sesi bir eğlencenin çok ötesinde, içten ve derin bir çığlığa dönüşür çoğu zaman. Onlarca farklı makamdaki içli ezgiler, âdeta geçmişin bütün hüzün ve ıstıraplarını zurnanın o tiz sesiyle dile getirir ve muhatabının yüreğine ve ruhunun en ücra köşelerine kadar işler. İşte bu anlarda, zurna bir eğlence aleti olmaktan ziyade geçmişle bugünün arasına bir hüzün köprüsü kuran gizemli bir çalgıya dönüşür. Eski zamanın ve duyguların bir anlamda yeni kuşağa aktarılmasına vesile olur. Barak’ta eskiden beri, zurna ve ayrılmaz parçası davul olmadan ne nişan ne de düğün olurdu. Zurnanın davuldan farkı illa törensel bir etkinlik gerektirmemesiydi. Barak’ta davul olur olmaz çaldırılmazdı. Mutlaka sünnet, askere gidiş ve evlilik gibi çok önemli bir günde getirtilirdi. Neticede davulun sesi komşu köylere kadar gidebildiğinden, etraftaki insanlara habersiz davul çaldırmak biraz tuhaf karşılanabilirdi. Lâkin zurna öyle değildi işte. O da güçlü bir çalgı aletiydi, ama davul kadar bir seremonisi yoktu. İstenilen hemen her yer ve ortamda çaldırılabilirdi.”

Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri isimli kitabımızdaki "Garıp" öyküsünden alıntıdır:

"Esasında kimi sözleri uzatılarak, kimi sözleri daha bir vurgulanarak icra edilen Barak uzun havaları, bu yörenin insanı için en önemli duygu dışavurumu ve yansıması olarak görülebilir. Diğer Anadolu insanları gibi Baraklar da duygularını açık şekilde ifade etmeyi pek sevmezler. Türküler, duygu aktarımı ve ifadesi için muazzam bir araçtır. İnsana dair hemen her şey türkülere konu olur ve bir insanın görüp görebileceği en içten biçimde dile gelir âdeta. İşte Barakeli’nde, dost meclislerinden düğün dernek etkinliklerine kadar neredeyse tüm kalabalık ortamların temel eğlence ve gündem maddelerinden biridir Barak havaları. Hüzün tüter Barak’ın neredeyse tüm bu türkülerinden; tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu türkülerin arkasında yatan yüzlerce yıllık göç, sürgün, isyan, ıstırap ve özlemler; derin ve duygu dolu ağıtların dokunaklı sözleri ve zurnanın tiz sesiyle buluşmakta, sanki bir çığlığa dönüşmektedir. Barak’ta nesilden nesile aktarılan bu söz ve ezgiler, Barak Kültürü’nün en önemli ürünlerinden sayılabilir. Bir anlamda geçmişi ve gidenleri “unutmadık” demektedirler. Çünkü hem tarihsel olaylardan hem de günlük yaşamdan derin izler taşır bu türküler. Bu türkülerin yüzlerce yıldır Baraklıların hayatında bu denli yer kaplaması ve iz bırakması boşuna değildir. Geçmiş; tüm azameti, haşmeti ve acılarıyla bu türkülerde hâlâ yaşamaktadır. Sanki bu türkülerin her söylenişi, o eski zamanların bir çeşit yâd edilmesi gibidir. Dinleyenler, âdeta o eski zor günleri yaşamış gibi derin düşüncelere dalar genelde. Geçmiş ve anılar, bugünün dertleriyle harman olup savrulur gibi olur bu Barak havaları ile. Bilmeyene ve içinde yoğrulmayana çok dokunamayabilir bu ağıtlar; ama içindeki o içten ve derin hisleri duyumsayabilenler için, artık vazgeçilmez olur Barak Türküleri."

Abdallarımıza çok saygı duyuyorum. Özellikle mesleğini ve sanatını büyük bir tutkuyla icra edenlerine. Barak kültürü bugünlere kadar taşındıysa bunda şüphesiz en büyük pay abdallara aittir, elbette başta da pirleri Dedemoğlu’na. Yaşam biçimi, hayata bakışı, giyimi, yemeği, düzeni, cemaati, toprağı ve ona yaklaşımı, tarzı ve tavrıyla farklıdır Barak. Öte yandan bazılarının anladığı ve kimilerinin de bilerek veya bilmeyerek öyle sunduğu üzere, Barak kültürünün sadece davul zurnaya indirgenmesi bence doğru da değil. Hele ki hiçbir estetik kaygı taşımayan, izbe köşelerde, tuhaf ortamlarda, yiyecek ve içecek artık ve bulaşıkları eşliğinde çekilen görüntülerin yaygınlığı büyük haksızlık. Bu türküler, belki yüzlerce yıl sürmüş göçlerin, hasretlerin, acıların, ıstırapların ve ağır dertlerin birer yansıması gibidir. Herkesin hayatına ve tarzına saygım var. Fakat Barak türkülerini yalnızca belirli ortamların katığıymış gibi sunmak en çok bu derin ve içli türkülere karşı yanlış olur. Biraz estetik ve zarafet (incelik) Barak’ı daha iyi noktalara taşır, daha geniş kitlelere ulaştırır. Bu inceliğin Barak ezgi ve türkülerinden de esirgenmemesi dileğiyle...

11 Temmuz 2018

Barak Odası Nedir?

Barakeli’nde erkek misafirlerin ağırlandığı, tek gözlü genelde dikdörtgen biçimli büyükçe müstakil yapıya ‘oda’ denir. İkramın, sohbetin, eğitimin, kültürün, paylaşımın her türlüsünün dört mevsim yaşandığı ve dağıtıldığı mekândır 'Barak Odası'. Yalnızca varlığın göstergesi değildir orası. Asıl cömertliğin ve cana yakın hasbihâlin otağıdır. Geçmişin ve geleneğin devam ettirildiği yaşayan kültür yuvalarıdır Barak odaları. Bu geleneği ve kültürü bugüne getirenlere rahmet, sürdürmek için emek, zaman, çaba harcayıp her türlü külfete katlananlara selam olsun.

Misal, 'Ayakkabı 'Çütlemek' (Eşleştirmek)' diye bir gelenek vardır. Barak odasına konuk gelenlerin ayakkabıları, içerisi yoğun olduğu ve kapı eşiğinde çıkarılan ayakkabılar karışabileceği için onlar daha çıkmadan oda sahibinin en kıdemsiz hane fertleri tarafından itinayla eşleştirilip yan yana dizilir. 'Çütlemek' derler buna. Bir nevi misafire hürmet göstergesi ve oda sahibinin genç hane halkının oda ananelerini belleyip özümsemesine vesile sayılır bu ayakkabı dizimi.

Yine 'Ortut (Küçük Dal) Toplamak' önemli bir ihtiyaçtı bir zamanlar Barakeli'nde. Ortut, sadece üzüm bağlarının ince dallarına denilmezdi bizim yörede. Hemen hemen tüm küçük dal parçalarına ortut denilirdi sanki. Bilhassa küçük antep fıstığı dallarına. Güz sonu ve kış başı budanmış fıstık bahçelerindeki küçük büyük dalların toplanıp köye taşınması gerekirdi. Zira kışın en önemli yakacak ihtiyacı bu şekilde karşılanıyordu. Hâlâ Barak’ta türlü amaçlar için bu fıstık odunları çok kullanılır. Kaliteli bir közü vardır zaten. Eskiden Barak odalarının hemen hepsinin bir köşesinde ‘mangal yeri’, ‘ocak’ veya ‘paca’ denen boşluklar vardı. Şimdi ‘şömine’ denmeye başladı. İşte o ortutlar en önemli yakacak malzemesiydi Barak odaları için de.
Garıp kitabımızdaki Azap isimli öyküden alıntıdır:

"...
İnsanın ne denli sosyal ve iletişime açık bir varlık olduğunun iyi bir göstergesiydi Barak’ın sohbet meclisleri. Eğlence ve keyif namına pek fazla seçeneği olmayan taşra insanın can simidiydi bilhassa
Hüfney (Hanifi) Mahmut'un Odası
Hüfney (Hanifi) Mehmet'in Odası
bu oda ortamları. Köyler fazla kalabalık olmasa da, aşağı yukarı her türden insana rastlamak mümkündü bu mekânlarda. Zengininden fakirine, köründen topalına, kurnazından safına, akıllısından delisine, düzenbazından laf ebesine, iyilik timsalinden ahlâk abidesine o kadar çeşitli adamlar gelip giderdi ki bu köy odalarına, bir kısım insan okula bile benzetirdi buraları. Kendilerini her türlü ağır işten sakındıran ağa ve ağa çocuklarının belki de ahali için en büyük hizmetiydi bu köy odaları. Esasında tüm bu muhabbet ortamına onların herkesten çok ihtiyacı vardı. Fakat neticede umuma açık olan bu yetişkin erkek odalarından hem köyde bulunanlar hem de yakın civardaki akraba ve tanıdıklar genelde istifade ederdi.

Köyde bir ağalık, kimileri buna adamlık derdi, iddiası olan birinin mutlaka müstakil bir odası olmalıydı. Odanın ilk giriş kısmında yer alan şömine veya yanındaki gaz ocağında her daim çayın ve kahvenin hazır olması gerekirdi. Odanın temizlik ve düzeni önemliydi. Giriş kısmında, genelde ayakkabı ile girilir ve sandalye veya kürsülerde oturulurdu. Ancak daha büyük olan iç oda tabanı
Hüfney (Hanifi) Süleyman'ın Odası
hasırla kaplanmış cins halılarla donatılırdı. Bu iç odanın halılarının duvarla birleştiği tüm kenarlarında sıra sıra yastıklar dizilirdi. İçeride oturanların rahatça geriye yaslanıp yastıklara sökenmeleri için böyle bir düzen elzemdi. Yine, yemek vakti odada bulunanların doyurulması da bir başka zaruri ananeydi. Tüm bunlar, oda sahipliğinin ve tabiî ki ağalığın bir şartıydı. Bazı ağaların sırf bu odaların işleyişinden sorumlu yardımcıları bile olurdu. Yalnız Gadır kesinlikle böyle biri değildi. Ne böyle bir odanın temizlik ve düzeninden anlayacak ne de başkalarına çay ve kahve servisi yapacak tıynette bir adamdı. Hem böyle bir isteği hiç olmamıştı. Onun oda ortamında en sevdiği şey, dönen muhabbetlere kulak misafiri olmak ve eline geçerse orada misafirlere ikram edilen çay, kahve, cıgara ve yemek gibi nimetlerden nasiplenmekti. ..."
'Kanatlı'nın Odası
Özellikle Barak odalarının duvarlarında gömme dolap ve çekmeceler olurdu. 'Mâhmil' denilen kilitli bu gözlerdeki bazı ahşap kutuların içindekiler ise ayrıca merak edilirdi.

Garıp isimli hikâye kitabımızdaki 'Azap Gadır' adlı öyküden alıntıdır:

"... O zamanlar kâğıt ve plastik ambalaj bugünkü kadar yaygın değildi. Lokum ve ceviz sucuğu gibi bazı hazır yiyecekler küçük ahşap sandıklarda olurdu. Şehre gitmek, para sahibi olmak ve şehirden bir şeyler alıp gelmek başlı başına bir olaydı. Bu nedenle, kıymetli şeyleri saklamak için genelde hane reisinin odasında kerpiç duvara gömülü ve kilitli küçük bir dolabı bulunurdu. İşte mâhmil buydu. Hane reisinin değerli eşyalarını muhafaza ettiği bu dolabın, evin 'icyen'leri (çocuklar) için çok daha başka bir anlamı ve önemi vardı. Gerçi şartlar, hane sahibinin bonkörlüğüne ve boğazına ne kadar düşkün olup olmadığına göre değişirdi, ama genelde bu kilitli dolaplarda kuruyemişinden kuru baklavasına, şekerinden lokumuna kadar türlü yemişler de olurdu. Özellikle küçük ahşap sandıklarda olan lokumlar en vazgeçilmezlerden biriydi, işte o çorak bozkırın yoksunluk koşullarında, bu ahşap kutuların kıymetini varın siz hesap edin o çocuklar açısından ..."

Bu arada, yine Cahit Tanyol'un konumuzla ilgili bir makalesinden alınmış ve 'Barak Odası'na ilişkin ilginç bilgiler içeren iki sayfa aşağıdadır. Barak Odası neden mekteptir? Barak'ta yiğit ve cömert kime denir? "Odasına gidilmez onun yorum!" ne demektir?

Barak'ın Geleneği

Türkiye'nin farklı köşelerinden insanlarla karşılaşıyorum. Kimi diyor ki,

-"Eskiden bizim buralarda da aynı bu havaları çalanlar olurdu. Şimdi çalan kimse kalmadı."

Geçmişin hüznü ile hayatın ve bugünün coşkusu harmanlanır Barak'ta. İşte her şeye karşın yaşatılan eski ve köklü bir geleneğin ve kültürün adıdır Barak. Dile kolay, Anadolu'ya gelen son büyük Türkmen göçünde, dört bin çadırlık abdalların en hasları Barakların yanında kalmıştır.

O gün,

-"Bir de, 'Galata' tutim" dedi Şahan, "Bunu eski adamlar oynar, eyi bir ağır halay havası bu" diye ilave etti.

Duymayan, bilmeyen veya hâlâ sorusu olan varsa takdimimizdir efendim. İşte Barak bu, tüm dünya duysun ve bilsin lütfen. Gelenek sürüyor Barak'ta tüm olumsuzluklara rağmen. Bu bereketli toprağa sahip çıkan, onu terk etmeyen ve kurda kuşa yem etmeyen tüm Baraklılardan göçenlere rahmet, kalanlara selam olsun. Gelenek, evelallah en çok onlar sayesinde devam ediyor. Minnettarız tüm köylümüze ve emekçilerimize. Kendi tabirleriyle söylersek, "Allahıyza gurban sizing!". Onun için,
-"Tut Şahan istediğin 'galata'yı, yeniden canlansın tarih, sürsün Barak'ın töresi...

10 Temmuz 2018

Şebellâh (Kapari) Toplamak


Şebellâh (Kapari)

Şebellâh (Kapari)

Gel, 'şebellâh'lar (kapariler) çiçeklendiğinde, garbı yelinin urgu (önü) süre, bozkırın düzüne, toprağın hasına...

Ama bozkır 'şebellah'tır (kapari) işte biraz; bodur, sarı kanca dikenli, yabansı, derin ve sapasağlam köklü, inatçı, faydalı tomurcuklu, bembeyaz zarif çiçekli, içinde kurşuni sayısız minik tohumlu kıpkırmızı yumru meyveli... Bunu, polene bezenmiş bir arıdan daha iyi kim bilebilir; kıraç toprağın nimete bürünmüş hâli gibidir, pek kimsenin umursamadığı ama her yanı sarmış şebellahlar...
Şebellâh (Kapari)
Şebellâh (Kapari)

Çorak ve kıraç bozkırda, şebellâh (kapari) gibi dikenli ve bodur bir çalı bile o bildiğimiz narin koyu yeşil tomurcuklarından çok zarif beyaz çiçekler açar ve böylesine kıpkızıl içli yumru meyveler verir ayrımsız herkese, hülasa "yakın" olduklarını herkes sever sayar, "uzak" olduklarınla aran nasıl asıl...
Şebellâh (Kapari)
Şebellâh (Kapari)

'Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri' kitabımızdaki Necip isimli öyküden alıntıdır:

Şebellâh (Kapari)
"...
Şebellâh (Kapari)
Çocukken yazları şebellâh (kapari, keber) toplardık. Hayatımızda paraya doğrudan ulaşabildiğimiz ve paramızı istediğimiz gibi harcayabildiğimiz bir deneyim sundu şebellâh toplamak. Bir gün köye, İzmir'de yerleşik bir firmanın Gaziantep'teki temsilcileri geldi. Barak Ovası'nda çokça yetişen şebellâhın, Batılı ülkelerde hem ilaç sanayi hem de sair kullanım alanları için kıymetli olduğunu söylediler. İspanyol bir şirketin bu ürünleri alacağını söylediğini, toplanan şebellâhları bıraktıkları büyük mavi bidonlara konulmasını ve içine ara ara sadece tuz atılmasını istediler. 1980'li yılların ortası gibiydi. Böylece bizim muhitte, çoluk çocuk için yeni bir meşgale çıkmış oldu. Belli bir yaşın altındaki hemen herkes şebellâh toplamaya başladı köyde.
Şebellâh (Kapari)
Şebellâh (Kapari)

Dikenli ve bodur bir bitkidir şebellâh. Küçük, sarı ve kanca şeklinde dikeni olur. Toplanan şebellâh tomurcukları işte böylesi iki dikenin arasında çıkan çok kısa ve zayıf yeşil uzantılarda olur. Dolayısıyla çok zarif bir beyaz çiçek açan bu sık şebellâh tomurcukları hızlı şekilde toplanırken, ikide bir bu kanca biçimindeki dikenler parmaklara geçer. Toplaması biraz zahmetlidir. Ama tüm mesele budur. Yabani bir bitkidir. Beyaz ve zarif çiçekleri açıp kuruduktan sonra, her çiçeğin tam orta yerinden yumru şeklinde çok ilginç sert bir meyvesi çıkar. Bir müddet sonra, bu yeşil sert oval biçimindeki yumru meyve yarılır, kan kırmızısı o canlı kızıllığın içinde, kurşuni renkte minicik yuvarlak tohumları belirir. İşte şebellâhın bu tomurcuğu, çiçeği ve meyvesi, şifa niyetine çok eskiden beri, Barak’ta türlü şekillerde tüketilir. Kimi acısına aldırmadan taze taze ısırır, bazısı kaynatır ve suyunu içer, kimileri de o kan kırmızısı tatlımsı meyvesini somurur. Yabanda yazıda, özellikle fazla bakım yapılmayan kıraç arazilerde bolca olurdu. Yani, öyle ilave bir yetiştirme masraf ve emeği gerektirmiyordu. Kilo hesabı satılırdı. Köylük yerde, sadece doğal olarak yetişen bu yabani bitkinin, biraz meşakkatli şekilde toplanması yanında, tomurcuğu hiç fena para etmiyordu çoluk çocuk için. Günde birkaç kilogram toplayabilen bir çocuk için iyi bir harçlık imkânıydı şebellâh. Belki yetişkinler için önemsiz sayılabilirdi bu tutar, ama biz çocuklar için cazip bir gelir elde etme fırsatıydı gerçekten. ..."
Dr. Göksel Tiryaki'nin Barak Kitapları

Barak'ın Alametifarikası

Barak Ovası
Garıp isimli kitabımızdaki 'Müho' adlı öyküden kısa bir alıntı:

"...
Önce eline aldığı bir avuç toprağı kardeş oğluna göstererek,

-"Eyi bak yeğen eyi bak şu torpağa, heç unutma, ne şu ne de bu, Barak'ın esas alâmetifarikası işte bu!” demişti.

Neye uğradığını şaşıran genç, Müho’nun avucundaki toprağa dikkatli bir şekilde bakmaya çalışırken, dersin ikinci kısmına geçilmişti bile. Bu sefer Müho elindeki toprağı önlerine doğru savurdu. Bir yandan da, eliyle gözün alabildiği ölçüde ufka kadar genişleyen hafif engebeli Barak Ovası’na işaret ediyordu. Yalnız bu sefer bir elini güneşin batmaya yüz tuttuğu ufka doğru uzatarak,
Barak Ovası

-“Hele bir de bak şu uçsuz bucaksızmış gibi duran kırmızı toprak ovaya yeğenim, Barak’ın asıl membaı da odur. Ona buna sakın kulak asma, sen torpağa bak torpağa, aslımız da o sonumuz da o!" diye ilave etmişti. ..."
Barak Ovası

08 Temmuz 2018

Neden 'Garıp' ve 'Barak Üniversitesi' Neresidir?

Oysa o kadar türkü ve mesele var Barak'ta yazılacak. Aslında şu linkte çok önceden yazmıştım mevzunun benim açımdan başlangıcını. Neden bilmiyorum ama 'Garıp' kadar iz bırakan türkü az sanırım Baraklar için. Belki hasreti, uzun ve meşakkatli bir yol hikâyesini derinden işlediği için, belki sadece 'Garıp' olduğu için. Fakat yukarıdaki linkte beşine de yer verdiğim bu 'Garıp' icraları etkileyici benim açımdan.  Ah 'Garıp' Ah... Barak'ın 'Garıp'ı hasrettir işte. Gidenlere, artık geri dönmeyecek olanlara, sılaya, yurda ve yâre özlemdir. Ağıda ve türküye dönüşmüş uzun bir yolun hikâyesidir. Ondandır Barak'ın her bir köşesinde türlü türlü biçimlerde söylenir durur, dilden dile ve nesilden nesile aktarılır. Bu kültürü, atalarımız kendi çabaları ve ellerinde ancak olan sözlü kültürleriyle bugüne getirmiştir.

Garıp hikâyemizin girişinde 'Neden Garıp?' dediğimizi ve 'Barak Üniversitesi'ni şöyle izah etmeye çalışmıştık:

"Garıp'ın babası Mamov Ağa Barak Havaları'na çok düşkün bir adamdı, rahmetli. Nerede bir abdal görse hemen zurnasını tüttürmesini ister, zurnanın tiz sesiyle kendinden geçer, ağır ağır başını sallayarak derinlere dalardı her seferinde. Özellikle Garip Türküsü'ne ayrı bir tutkundu. Yakaladığı abdalı, kendisinin yerel ağızla 'Garıp' dediği bu türküyü çaldırmadan bırakmazdı. Sözlerini ve müziğini çok sevdiği bu türküyü sessiz sessiz dinlerdi, ama kendisi söyleyemezdi. Bir söyleyen olmasa bile, tiz zurna sesiyle türkünün ezgisi de çok hoşuna giderdi.

Esasında kimi sözleri uzatılarak, kimi sözleri daha bir vurgulanarak icra edilen Barak Uzun Havaları, bu yörenin insanı için en önemli duygu dışavurumu ve yansıması olarak görülebilir. Diğer Anadolu insanları gibi Baraklar da duygularını açık şekilde ifade etmeyi pek sevmezler. Türküler, duygu aktarımı ve ifadesi için muazzam bir araçtır. İnsana dair hemen her şey türkülere konu olur ve bir insanın görüp görebileceği en içten biçimde dile gelir âdeta. İşte Barakeli’nde, dost meclislerinden düğün dernek etkinliklerine kadar, neredeyse tüm kalabalık ortamların temel eğlence ve gündem maddelerinden biridir Barak Havaları. Hüzün tüter Barak’ın neredeyse tüm bu türkülerinden, tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu türkülerin arkasında yatan yüzlerce yıllık göç, sürgün, isyan, ıstırap ve özlemler, derin ve duygu dolu ağıtların dokunaklı sözleri ve zurnanın tiz sesiyle buluşmakta, sanki bir çığlığa dönüşmektedir. Barak'ta nesilden nesile aktarılan bu söz ve ezgiler, Barak Kültürü'nün en önemli ürünlerinden sayılabilir. Bir anlamda geçmişi ve gidenleri ‘unutmadık’ demektedirler. Çünkü hem tarihsel olaylardan hem de günlük yaşamdan derin izler taşır bu türküler.

Bu türkülerin yüzlerce yıldır Baraklıların hayatında bu denli yer kaplaması ve iz bırakması boşuna değildir. Geçmiş, tüm azamet, haşmet ve acılarıyla bu türkülerde hâlâ yaşamaktadır. Sanki bu türkülerin her söylenişi, bir çeşit o eski zamanların yâd edilmesi gibidir. Dinleyenler, âdeta o eski zor günleri yaşamış gibi derin düşüncelere dalar genelde. Geçmiş ve anılar, bugünün dertleriyle harman olup savrulur gibi olur bu Barak Havaları ile. Bilmeyene ve içinde yoğrulmayana çok dokunamayabilir bu ağıtlar, ama içindeki o içten ve derin hisleri duyumsayabilenler için artık vazgeçilmez olur Barak Türküleri.

Mamov Emmi, ta çocukluğundan beri, tam bu türkülerle yoğrulmuş bir adamdı işte. Daha küçüklüğünden itibaren babasının odasında ziyarete gelen yakın akrabanın ve dostlarının ağırlanmasında hep hazır olmuş, gelenlere hizmet edip ikramda bulunmuştu. Dolayısıyla Barak’ın tüm sözlü anane ve kültürünü, öyle duyarak değil, içinde yaşayarak öğrenmiş biriydi. Hatta yeri geldiğinde insan ilişkilerine dair,

-“Tamam yorum, tamam, biz resmiyette bir fakülte bitirmedik, amma ‘Barak Üniversitesi’nde yetiştik, eyi bilirik bungları” derdi sık sık. Sonra ilave ederdi bazen: “Barak böyük okul eâğam, ne yok ki orda?”..."

Fazlası burada...

06 Temmuz 2018

Barak'ta Efendi ve Ağa Köyleri

Gerek Barak’ta yaşadıklarım, gerek yöredeki ziyaretlerim, gerek yaptığım görüşmeler ve gerekse diğer tanıklık ve duyduklarım Barak Ovası’ndaki köylere ilişkin kendimce önemli bir gözlemde bulunmama yardımcı oldu. Barak’ta köyler görece yakın zamana kadar büyük oranda, ya eski ve yerli köy ağalarının mülküymüş ya da yörede “Efendi” denilen Osmanlı dönemindeki şehir kökenli bir zümreye aitmiş. Dolayısıyla Barakların bir kısmı bu köy ağalarının ve bu tür köylerde yaşayanların soyundan gelirken bir kısmı da Efendilerin köylerinde yaşamış olanların torunudur. Görebildiğim kadarıyla sosyolojik olarak ağa köylerinin ahalisi ile Efendi köylerinin ahalisi arasında, tüm aşiret, oymak ve sair akrabalık veya kültürel benzerliklere rağmen zaman içinde dikkate değer bir yaklaşım ve tavır farklılığı oluşmuş sanki...

Barak Ovası, Osmanlı döneminde Birecik Kazası'na bağlıydı büyük oranda. Birecik Kazası'ndaki veya yakın muhitteki görece eğitimli eşraf, gerek 19. yüzyıldaki toprak ve tapu reformu sırasında ve gerekse Barak yöresindeki ahalinin durumu zamanında fark edememesi sebebiyle bölgedeki bazı köylerin mülkiyetini tümden bazılarını da kısmen ele geçirmişler. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısı, Barakların en önemli mücadelelerinden ve gündemlerinden biri genelde 'Berecik Efendisi' dedikleri bu zengin köy sahiplerine karşı olmuş. Neticede günümüzde birkaç köy dışında Barak'ta Efendilere ait pek köy kalmadı gibi, Baraklar bir şekilde topraklarına sahip çıkmasını bildiler yine. Fakat mevzu, sadece toprak sahipliği değildir elbette. 

Aşağıda, Cahit Tanyol'un ilgili makalelerinden derlediğimiz bazı sayfalarda, bu Efendilerle girişilen mücadele örnekleri ve akıbet hakkında sözlü aktarıma dayalı birtakım bilgiler yer almaktadır.

04 Temmuz 2018

Develik

Develik'in Dikmesi (Kolonu)
Seydimen'in son kurucusu Hanifi (Hüfney) Ağa'nın en büyük oğullarından Mehmet Ağa, bir zamanlar köyde etkili söz sahibiydi. Köyün en yüksek noktasına, babasının iki katlı kerpiç konağından daha büyük ve gösterişli bir bahçeli kerpiç ev yaptırmıştı. Şimdi yerinde tek katlı briket bir yapı olan bu konağın nasıl yapıldığı, içinde neler olduğuna dair Mehmet Ağa'nın hayattaki tek oğlu Servet Tiryaki'den
Develik
kısaca bilgiler aldım.

Bu arada, daha önce burada resimlerini paylaştığım deve ahırını da sordum kendisine. Sağ olsun Servet Emmi, hem babasının büyük kerpiç evini ve etrafı duvarla çevrilmiş bahçesini hem de 'Develik' denilen yüksek tavanlı ve sonradan yapılan ilave kerpiç ahırını anlattı özetle ve ekledi:

-"Böyle bir hayat yaşadık gitti, şükür de, şimdi nostalji oldu, hayat hatırası..."
Hüfney Mehmet'in Odası

03 Temmuz 2018

Fıstık Seçmek

Antep Fıstığı Hasadı (Fotoğraf: Bedia Tiryaki) 1990'lı yıllar...

Her Eylül başı, gelip çatar fıstık zamanı Barak Ovası’na… Her daim apayrı ve tatlı bir heyecan sarar antep fıstığı üreticilerini bu dönem; artık “mığal”ın (ürünlerin) ağaçtan toplanıp ayıklanma ve çuvallanma vaktidir. Yöre hiç olmadığı kadar yoğunlaşır, neredeyse yurdun dört bir yanından insan akar ovaya... Köy kökenli bütün şehirlilerin bile iyice köylü oldukları zamanlardır artık… Misal, fotoğrafta babası büyük amcamız ve kuzenleri arasında “Ahmediyeli” (Turuncu Başlık) olan kuzenimiz bir profesör şimdi…

Artık yöremizde "fıstık devlüpleri" (değirmen) çalışıyor, antep fıstığı hasadı makinelerle sona eriyor daha çok. Fakat "fıstık seçmek" diye bir işbölümü hâlâ var hasat sırasında. Ama eskiden büyüklerin bir numaralı işiydi toplanan fistıkları çadır üstünde işte böyle ayıklayıp seçmek. Gerçi burada genç yeğen Kadir, amcası Kadir'e yardım ederken kadraja girmiş, gayet güzel ve doğal bir fotoğraf olmuş bence.
Antep Fıstığı Hasadı
(Fotoğraf: Bedia Tiryaki)
1990'lı yıllar...

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...