30 Mayıs 2015

Özgür Tiryaki


80 ve 90'lı yıllarda, Babam ile İsmet emminin yaz öğleleri
en revaçta arayışlarından biri, kilim serip böyle yastığa
 sökenecekleri serin gölgelikti, 'Oda'nın 'boyrazı'nda, İsmet
emmiye, Özgür, Yılmaz ve ben eşlik etmişiz burada...
Yazları içine buz atılan metal su satılı (kova)
baş köşede tabiî...
Biraz arkada görülen kerpiç yapı da,
bizim davarın ahırıydı.  
Özgür Tiryaki
(1977-1992)
"Seneye görüşürüzzz, seneye görüşürüzzz", o hayat ve neşe dolu sesinden, çoğumuzun hatırasında son sözleri olarak bunlar kaldı Özgür'ün. Yine bir Eylül günü, 1991 yılında, fıstıklarını toplamış, işlerini bitirmiş ve Çorlu'ya doğru yola çıkma vakitleri gelmişti, arabalarına binerken büyük bir iştiyakla bu sözleri tekrarladığını şimdi gibi hatırlıyorum da, o bir dahaki sene hiç gelmedi rahmetli Özgür için. Bu tarihten yaklaşık altı ay sonra, 04.04.1992 günü, elim bir trafik kazası sonucunda, bu fani alemden ebedi aleme doğru uçup gitti.

Özgür Tiryaki 
(1977-1992)
Özgür Tiryaki
(1977-1992)

Sürekli yeni insanlar nasıl doğuyorsa, ölümler de kesintisiz bir şekilde her an oluyor bu hayatta. Genelde başkalarının ölümleri birer 'haber bülteni' etkisinde kalır hemen herkeste. Pek de umursanmaz. Fakat bazı ölümler öyle değildir, olmaz. Dolayısıyla her insanın öyle ya da böyle hayatından ölümle daha bir yakından tanıştığı bir ilk zaman olmuştur. İşte benim açımdan ölüm hakikatinin adeta bir şimşek gibi dimağımda ilk çaktığı anlardan biri, kuzenim Özgür'ün daha 15'inde vefatıyla olmuştu.

Şu alemde tanıdığım en güleç ve samimi simaya sahip insanlarından biriydi Özgür, o çocuk haliyle bile... Allah meleklerine yoldaş eylesin onu da...

13 Mayıs 2015

Gün ve Zaman


Fotoğraf: Cahit TANYOL, Baraklarda Örf ve Âdet
Araştırmaları, Sosyoloji Dergisi, 9. Sayı, 1954, Sf. 102.
Oldum olası alışamadım şu özel gün kutlanmasına
Hep tuhaf bir haletiruhiye sanki
Zira zamana uyarlı büyüdük biz,
Pek uymazdı kişisel takvimimiz günlere
Her şeyin zamanı vardı, gününden ziyade.

Hayat, biderin toprağa düşmesiyle birlikte
Ekim zamanı başlardı âdeta sıfırdan
Zeytin toplama zamanı gelirdi hemen arkasından
Sonra fıstıkların budam zamanı,
Ta ki kara kış belli edene kadar kendini
Zamharı soğuk ve ayaz zamanıydı
Samanlıktaki sarı arpa samanı, rızkıydı davarın
Belki de yıl boyu aralıksız süren tek meşgaleydi
Baharda Antepfıstığı
Bu kuru saman ve zibili davarın,
O dar ağılların yükü de en çok anacığıma düşerdi ya.

Bahar, beklenen hayırlı günleri muştulayan
Ama bir o kadar da tedirginlik zamanıydı tufandan
Türlü emeğin, belinden* çiftine otundan kalemine*
Epçiğinden* gübresine, ilacına...
Toprağa ve ağaca umutla gömüldüğü zamandı bahar,
Sonrası harmandı, biçer zamanıydı
'Cec*'lerin harman yerini kapladığı,
Sıyırgının*, eleğin, selektörün işlediği zamanlar,
Yani hem bereket hem iş vaktiydi
Nizip'e motorla* sabah erkenden arpa tutmanın* heyecanı da ayrıydı
Ama hiç yetişemezdik 'Kanatlı'nın hızına,
Ucundan yakaladığımız bir yolma zamanı vardı mesela
Barak Ovası'nın daha Mayıs sıcağının enseleri yokladığı zamanlardı
Ravak* yaparken içilecek suyun hangi kucağın altına konulduğu mühimdi
Şahrada*, tekneden kayma ihtimali çocukluk kâbusuydu bir yandan,
Ve bir de garbı yelinin gözlendiği cercer* dövmesi ve harman savurması vardı
Veya patos* zamanı, tercihe kalmış hani,
Antepfıstığı Harmanı
Hatta, palasla* saman çekmeye dahi şahittik.

Ve çorak bozkır yazı
Serin gölgelikler peşinde,
Soğuk su bulma zamanıydı işin curcunasında
Koca yaz neredeyse baştan sona harman zamanıydı
Meşguliyetten,
İşin gücün tınnığıydı*
Ta ki Eylül başında fıstığa girene kadar,
Fıstığın hasat zamanıysa başlı başına bir muammaydı,
Çadırından çuvalına saradından* bendeğine*
Faâlinden* günlükçüsüne bekçisinden hırsızına
Taze Antepfıstığı
Mahrasından* zenbiline* kırmasından silkmesine
Sergisinden telisine* köşker ipinden gıyyığına*
Bozundan* bengine* yaşından kurusuna...
Hep bir koşturmaca.

Hele bir de okulların açılmasına ramak kala
İlla beyaz toprak peşinde koşulan çamur zamanı vardı ki
Kerpiç dam bu, sıvanmazsa dayanamaz ki kara kışa,
Yine de en lezzetlisi şıra zamanıydı
Üzüm kesmenin zahmeti de olmasa,
Elbette, geleceğe dair umutların saklı olduğu
Okul zamanı, bir başkaydı
Bir nevi bu döngünün son noktası
Kara Üzüm
Zamanın yerine artık günlerin devreye girdiği an, yer.

İşte böyle geçti, gidiyor zaman
Dedik ya: güne değil de zamana ayarlıydı takvimimiz
Şimdi, bu geçmişle yoğrulmuş bir faniye
Bahset bakalım şu günden, bu vakitten, o zamandan...

Dr. Göksel Tiryaki

*Bel:çapa
*Kalem:aşılama
*Epçik:her bir antepfıstığı fidanı yeni ekildiğinde yapılan küçük korunak
*Cec:tahıl yığını
*Sıyırgı:yerdeki ürünü iterek toplamaya yarayan küçük alet
*Motor:traktör
*Arpa tutmak:satmaya arpa götürmek
*Ravak:saptan ayrışmamış küçük hasat yığını
*Şahra:saplı hasadın harman yerine taşınması
*Tekne:traktör römorku
*Cercer:saplı harmanı ezen dişli alet
*Patos:sapla ürünü ayrıştıran alet
*Palas:iki sırık arasına gerilen bez
*Tınnık:aşırı fazla
*Sarat:iri gözenekli büyük elek
*Bendek:büyük çuval
*Faâl:yevmiye ile çalışan mevsimlik işçi
*Mahra:yaş sebze ve meyve taşımak için ahşap veya plastik büyükçe kap
*Zenbil:yabanda ürün taşımak için kullanılan demirden veya lastikten büyükçe kap
*Telis:özel bir ipten yapılan kuru fıstık saklama çuvalı
*Gıyyık:çuval ağzı dikmeye yarayan büyük iğne
*Boz:yarı olgun (antepfıstığı)
*Beng:tam olgun (antepfıstığı)
1980'li yıllar, Seydimen'in poyraz harman yeri, beygir ile
çekilen cercere yetişemedik, ama traktörle yapılanına
epey iştirak etmişliğimiz var. Traktörün arkasındaki
cercer ve dövülen de mercimek harmanı...

17 Nisan 2015

"Canı rahmet istedi!"

Halil Tiryaki
(Fotoğraf: Meral Tiryaki)
'Kanatlı'nın rahmetli Halil Emmi'ye olan o derin muhabbeti bir hatıra ile dile gelir, Haziran 2013'te, evin önündeki ağaçların gölgesinde...

10 Nisan 2015

Askerlik

Fotoğrafı askerdeyken, arkasına
aşağıdaki notu yazarak,
kardeşlerinden birine gönderir.
Onbaşı 'Kanatlı'
Özellikle eski toprak çoğu Anadolu adamı gibi 'Kanatlı' için de askerlik tam bir anı yumağıydı, çocukluğum boyunca yabanda yazıda o kadar çok dinledim ki bu hatıraları kendisinden. Hatta çocuklarından birine çok sevdiği bir komutanının adını verecek kadar iz bırakmıştı askerlik onda. Bunun neden böyle olduğunu sanırım en iyi kendi askerlik görevimi yaparken anlamıştım. Bazıları için külfet gibi gelse de, daha kışlaya ilk girdiğim andan itibaren karşılaştığım pek çok Anadolu genci için askerliğin; beldesinden, ana babadan ilk ayrılış, yokluktan gelip medeniyetin asgari imkânlarına belki de ilk ünsiyet ve her türlü zorlu koşula rağmen adam akıllı ilk sosyalleşme ortamı olduğunu yakından gözlemlemiştim. Şüphesiz bu insanların, içinden geldikleri o rutin köy veya kasaba hayatının çok ötesinde, kendi çapında bu 'renkli atmosferde' yaşadıklarını bir çırpıda unutmaları bir yana, sık şekilde anmamaları dahi beklenemez. Bu duygularla askerliğin, memleketin bizi bedava üniversite okutmasının bir karşılığı olarak, hayatı, Anadolu'nun saf ve temiz bağrından gelen kardeşlerimizle kısa bir süre paylaşmak anlamına da geldiğini idrak etmiştim. Bazılarına zul gelen askerlik aslında bazıları için belki şu hayatta görüp görebilecekleri 'ender maceralar'dandır.

Onbaşı 'Kanatlı'nın isteği:
 "Hatıra olarak saklayın..." 
'Kanatlı'nın 1963-64 yıllarında Manisa Kırkağaç'taki acemiliği boyunca ve Çorlu'da usta birliğindeyken yaşadıkları, onun için çoğu zaman gülümseyerek andığı hatıralar olarak kaldı bende. Her türlü el işene ne kadar yatkın ve tam bir görev adamı olduğu, komutanlarının her zaman takdirini kazandığı ve her daim görevini layıkıyla yapmak konusundaki titizliği hep dikkatimi çekmişti. Askerliğin zor olduğunu hep vurgulardı ama hiçbir zaman meşakkatli bir yük saydığını hatırlamıyorum. Çünkü o gerçek bir 'zorluklar adamı'ydı, güçlükler onu hiç yıldırmazdı ve asla vazgeçmezdi, geçmedi de.

'Kanatlı', Ekim 2013'te odasında, bir bayram akşamı askerlik anılarını anlatıyor:

18 Mart 2015

Çanakkale Savaşları ve Baraklı Şehitler

Anadolu toprağının her karışı gibi Barak Ovası da aziz şehitlerimizin kanı ile sulanmıştır. Yine bu toprağın yiğitleri, başta Çanakkale olmak üzere, muhtelif vatan savunmalarında can vermişlerdir.

Gelibolu yarımadasında 57. Alay için yapılan temsili şehitlikte, bu Alay bünyesinde şehit düşen bazı kahraman askerlerimizin baba adları ve isimleri işte böyle yer almaktadır:
Onlar bu ülkeye körpe canlarını vererek fedakârlığın en büyüğünü yaptılar ve başkaca hiçbir söze hacet bırakmadılar. Onları rahmet ve minnet duygularıyla yâd ediyoruz.

Tüm şehitlerimizin ruhları şad, mekânları cennet olsun.

 Söz, hazır Gelibolu'dan açılmışken; çocukluğu orada geçmiş ve şu hayatta tanıdığım en değerli ve bilgi deryası kişilerden biri olan, hakiki murakıp Yalçın KARAGÖZ üstadın, 'Çanakkale Destanı'nın 100. yıldönümü vesileyle bizimle yazılı olarak paylaştığı birkaç anekdotu burada sunmayı görev addediyorum:

"Savaşın en çetin geçtiği ve bizzat Mustafa Kemal’in komuta ettiği muharebeler; 8 ilâ 12 Ağustos 1915 tarihleridir. Boğazı ve Saroz’u gören 261 rakımlı tepenin ele geçirilmesi için, taarruz başlatan karşı kuvvetler, birkaç defa tepeyi alırlar ve fakat karşı saldırılar ile kaybederler.

Gelibolu 57. Alay Şehitliği
Çanakkale Savaşı, dünyanın modern ilk amfibi harekâtıdır. Bu itibarla, 18 Mart Deniz Savaşı diye akıllara yer ettirilmiş, doğru değil. 18 Mart’tan önce de kara harekâtı vardır, 18 Mart'tan sonra da.

Atatürk'ün Gözetleme Yeri
Savaştan sonra; muharebe alanındaki toprak altı kalıntılar temizlenirken, kemikler çıkartılır.Yabancı kuvvetlerin üstünde künyeler aracılığıyla kemik kalıntılarının hangi millete ait olduğu bilinir. Osmanlılarda ise künye yoktur. Naaşlar, üzerilerindeki; “kısa saplı tahta kaşıklar”dan  Türk oldukları anlaşır. Her askere, birliklere katılmadan evvel, karavanaya kaşık sallamak için,getirilmesi zorunlu, erat malzemesidir. Bu tahta kaşıklar askerlerin bellerindeki dolamaların arasında saklanırdı.

Kemik parçaları toplanır, Kilitbahir’de bir toplu mezara konur ve kaşıklar mezarın üzerine saplanır. Cumhuriyet döneminde gel git, bu mezar halkın uydurmasıyla; “Kaşıkçı Baba-Dede” diye anılır.

Bir de halkın inancı vardır; geç konuşan çocuklar için, bu mezardan bir kaşık alırlar, çocuğa onunla yemek yedirirler, çocuğun dili çözülür, ana-baba yeni bir kaşık götürür, mezara saplar. Benim çocukluğumda mezar, kaşıktan geçilmezdi ama şimdi çok azalmış.

Ne 18 Mart, ne Anzak kuvvetlerinin çıkarmayı başlattığı 25 nisan Gelibolu Savaşlarının özgün tarihleri değildir. Özgün tarih olacaksa 12 Ağustos olmalıdır.

261 Rakımlı Tepe
Almanların Mart 1915 Boğaz Muharebeleri stratejisinde; Boğazın en geniş alanı olan Erenköy Koyu'nda kıyıya paralel iki sıra mayın döşenmesi ve armada (ki bu armadayı oluşturan dretnotların yaş ortalaması 30’dur) bu geniş alana geldiğinde, bizim kara topçularının şiddetli atış yaparak, gemilerin geri dönmesine neden olunması, bu geri manevra yapılırken de dizili mayınlara çarptırılması vardır. 7 Mart 1915 tarihinde, Nusrat bu mayınları döşer, düşman kuvvetleri 10 Mart'ta boğaza mayın tarama göndererek bunları temizlemeye girişir. Ne var ki, Mayın tarama personeli sivil Fransız mühendislerdi ve çatışma altında iş becerileri yoktur. Öyle ki; deniz dibine zincirle sabitlenen mayınları temizleyeceğiz diye, bir çoğunu da zincirinden boşaltırlar, serseri olurlar. 18 Mart’ta bildiğiniz olur. Almanların stratejisi tutar, bir de Boğazın saatte 70 km'yi bulan akıntı hızının katkısıyla.

Tabyalara yerleşik sabit toplar bizim için verimli değildir. Tabyalar düşman gemileri tarafından teker teker avlanır. Buna mukabil, seyyar sahra topları çok iş görür. Sorun menzillerinin yetersiz olmasıdır. Bizimkiler atışa başladıklarında, üç beş atıştan sonra topun yerini değiştirirler. Düşman armadası ise isabetsizdir. Çünkü; deniz dalgaları nedeniyle, top nişanları sürekli bir aşağı bir yukarı iner çıkar.

İngilizler, Ekim 1915’ten itibaren kısmi ricat başlatır. Aralık 1915’te tamamen çekilir. Ekim-Kasım Ayında çok büyük bir talihsizlik olur; aşırı yağış, Gelibolu yarımadasında sel vakıası. Siper ve lağımlardaki bir çok askerimiz, su baskını sonucu boğulur. Düşman, can kaybı yaşamaksızın ricat ettiği halde, geri çekilme bizler tarafından algılanmasın diye, mühimmatı geride bırakır, başlarına mankenler dikerek. Düşmandan ele geçen bu mühimmat 1922’de Türk Ordusu tarafından kullanılacaktır.

Bu savaşın bizim açımızdan hatırlanması ve önemsenmesi, ancak komik ve garip sayılabilecek savaştan enstantanelerin anlatılmasıyla sağlanır.

Siperler (Conk Bayırı)
I. Dünya Savaşında İttihat ve Terakki, moral değerlerin yüksek tutulması için çok büyük bir propaganda faaliyeti güder. Bu faaliyetin bir sonucu olarak; bir olumluya bin katılır, bir olumsuz ise yok farz edilir. Günlük matbuatın da bu uğurda kullanılıyor olması nedeniyle de, bugünkü araştırmacılar, o gün yazılan ve çizileni doğru kabul eder.

Biz, gerçek olan komik ve garip enstantanelerden bir kaçını hatırlatacağız;

1) Cepheye sevk edilmiş veya gerideki ihtiyât erat ve zabitanın, üzerinde her hangi bir yazılı belge bulundurulması yasaktır. Düşmanın karşı istihbarat materyali elde etmesini önlemek maksadıyla. Örneğin; cephe emri, harita, hatırat, günlük, mektup, resim. Gel gör ki bugün bunlardan tonlarca var. Bunlar o zamanın ürünleri değil. Sonradan oluşturulmuş.

2) Müttefik kuvvetlerin elinde en geç 1908’de oluşturulmuş, saha haritaları vardır. 18 Mart öncesi kara harekatlarının birinde, bir üst teğmen yasağa aykırı olarak üzerinde yeni saha haritalarıyla düşmana esir düşer. İngilizler 1915 son vaziyetini böylece öğrenirler ve bu haritayı çoğaltmak için Mısır’a göndeririler. Mısır Masası başında Arabistanlı Lawrence vardır. Haritanın çoğaltılmasında önceliği Anadolu paftaları üzerine verir. O’na göre çıkarma Anadolu’da yapılacaktır. Gelibolu yarımadası ise ikinci önceliğe sahiptir. Kazandığımız anlardan birisi de budur.

3) 25 Nisan gecesi yarımadaya çıkartma yapılacak noktalar işaret şamandıralarıyla belirlenir. Kıyıdan bunu fark eden yerli balıkçılar, durumdan askeri makamları haberdar eder ve birkaç şamandıranın da ipini keserler. Serseri şamandıralar, bugün Anzak Koyu denilen, sert ve dik yamaçlara sahip alana doğru sürüklenir. Ertesi sabah bu şamandıralar esas alınarak, Anzak birlikleri, 20 metrelik, dar kumsal şeridine çıkarma yaparlar.
Çanakkale Boğazı'nın Girişi

4) İngiliz ve Fransızlara ait taht-el bahirler (denizaltı) Çanakkale boğazını çoktan geçmişlerdir. Marmara’da ikmal yapan, Şirket-i Hayriye vapurlarını torpillemektedirler. Bir tanesi o kadar ileri gider ki; Yeşilköy açıklarında keskin nişancılarımız tarafından, tüfek ateşiyle periskopundan vurulur. Denizaltı teslim olmak zorunda kalır. Günlük İstanbul basınında da boy boy fotoğrafları yayınlanır. Almanlar hemen bölgeye kendi denizaltılarını gönderir ve müttefik donanmasından birkaç gemiyi haklarlar.

İngilizler batırılabileceği endişesiyle, en büyük ve en yeni Queen Elizabeth II. Zırhlısını deniz savaşına sokmak istemezler (1 defa hariç) Ve gemiyi Midilli arkasında bekletirler. Kommador gemisi olarak.

5) Bu gün olduğu gibi askere mükellef bir karavana tabii ki çıkmamaktadır. Fakat bu eratın; buğday çorbası, üzüm hoşafı ve yarım tayın ile beslendiği imajı da doğru değildir. Eratın sızlandığı husus; cephe gerisinden gelen yemeklerin soğuk olmasıdır. Tabildotun gün gün bütün ayrıntısı Genelkurmay Harp Tarihi Arşivlerinde var.  Eratın tütün hakkı var. Zabitan biraz daha lüks; kahve hakkı tanınmış.

Gelibolu Yarımadası ve Ege Denizi
6) Savaşın yaz döneminde en büyük kıyıcısı dizanteri salgını. Bunu engelleyebilecek hiçbir şey yok. Erata dağıtılan bir adet limon ve keneflere dökülecek bir teneke kireçten başka.

7) Bir de keskin nişancılarımız. Bu snaypırlar başlı başına konu. Bunlarda pek bahsedilmez. Araziye yayılmış, bağlı oldukları birliklerden bağımsız ve çoğunlukla sivil dolaşırlar. Bunların ihtiyaç duydukları cephane ve erzak; yalnızca onların bildikleri alanlara bırakılıyor.

İngilizleri öyle bezdirirler ki; aynalı tüfek icat etmelerine neden olurlar.

8) Savaşa Fransızlar Senagallileri, (bazı kaynaklarda Gurmalıların da olduğu söylenir), İngilizler de Hintlileri getirirler. Üstelik bunların bir çoğu Müslüman. Almanların casusluk yapabilirler diye karşı çıktıkları ve bir de tamim yayınlattıkları Osmanlı taburlarında ise Rumlar ve Ermeniler vardır.

Anzak Koyu
9) Savaşta Türklerin “Ganimet Taburları” vardır. Düşmandan elde edilen teçhizat ve sair malzemeler ve ayrıca esirlerin alınması, korunması bu taburların vazifesidir. Bu ganimet taburlarının savaşta ele geçirdikleri malzemelerin ayrıntısı yine bu gün Genelkurmay arşivlerinde mevcut. Fakat nedense pek bahsedilmez. O kadar ayrıntı vardır ki;üniforma düğmeleri, ağır toplar, makineli tüfekler, keresteler, sıhhiye malzemeleri, matara, dürbün, deri çanta, pergel takımı, dolma kalem ilâ nihaye…

Düşman eratının, üzerinde kimliği belli zatî malzemelerinin bir kısmı savaş sonrası iade edilmiştir.

10) Gelibolu milli parkı 1950’den sonra oluşturulur. NATO için topoğrafya değiştirilir. Dikilen çam ağaçlarıyla, cephe birden ormanlık araziye dönüşür. O zaman böyle bir arazi yapısı yoktu. Bugün Conk Bayırı muharebelerinin yürütüldüğü alanlardan, ne Boğazı ne de Saros’u görebilirsiniz. Mustafa Kemal’in saatinden vurulduğu, bugün Kemal Yeri diye gösterilen yer, ziyaretçilerin yoldan arabalarıyla kolayca ulaşsınlar diye daha aşağıya kaydırılır. Esas yer daha kuzeyde ve yukarıdadır."

13 Mart 2015

Balaban Köyü İlkokulu

Balaban Köyü İlkokul Binası (2016)
Bir zamanlar böyle bir okul vardı köyümüzde, şimdi sadece binası ve müştemilatı kaldı. 90'lı yılların sonuna doğru, 8 yıllık zorunlu eğitimle birlikte taşımalı eğitime geçilmesi, zaten az sayıda öğrencisi olan Okulun öğretim hayatını bitirdi. Ama hâlâ güzel bir binadır. Bizim gibi kerpiç evlerde doğmuş insanlar için betona, kiremide, tuğlaya, kendi çapında modern mimarinin izine tanıklık ettiğimiz ilk yapılardan biri desek abartmış olmayız. Düz dam geleneği dışında başka yapıya pek şahitlik etmemiş bir yörenin insanları için çatılı bir bina başlı başına ilginç bir görüntüydü vakti zamanında. Fakat her şeyden önce, Devletin Anadolu bozkırında, küçük bir köyde, ta o zamanlar bile eğitimi ihmal etmemiş olması, Ülke ve Cumhuriyet adına bence önemli bir başarı ve ümit göstergesiydi. Bizim için ise bu Okul, tüm eksikliklerine rağmen en azından kitabın, defterin, okumanın ve yazmanın ilk ocağı ve temeli oldu.
(Gaziantep/Karkamış/Balaban Köyü/1982-1983 Eğitim Yılı)
Pencerelerden görülen içerideki sobanın borusu ve cam
kenarlarındaki teneke saksılar hoş birer detay olmuş...

(Gaziantep/Karkamış/Balaban Köyü/1982-1983 Eğitim Yılı)
Resim dersi, 'dışarı' demekti çoğu zaman, o anlardan birisi.
Arkada Okulun binası ve köy 'şahitlik' etmiş bu derse...
Beş sınıfın da tek öğretmenle aynı mekânda eğitim yaptığı ve ortasında bir sobanın yer aldığı kocaman bir salon Okulun ana iskelesiydi. Girişteki holün açıldığı bu geniş salon haricinde, bir de kapısında 'müdür odası' tabelasının yer aldığı küçük bir oda daha vardı ama o odanın ne müdür ne de başka birine makam olduğunu hiç görülmemiştir. Sadece, harita, maket, fiş gibi öğrenim gereçleri ve varsa kırtasiye malzemelerinin tutulduğu bir depo gibiydi.

İşte bu Okulun, toplam 18 öğrenci ile belki de en kalabalık olduğu zamanlardan biri 1982-1983 dönemiydi. İki ayrı öğretmenle geçen bir eğitim yılı olmuştu; önce Şenel öğretmen, sonra da Talat öğretmen...

Aslında köy okulları da, köy öğretmenleri de köydeki herkes için görüldüğünden çok daha fazla şeylerdir. Umarım bir gün herkes anlar bunu...

(Gaziantep/Karkamış/Balaban Köyü/1974-1975 Eğitim Yılı)
Ayaktakilerden sağdan üçüncü Tuncer Ağabeyim...
(Fotoğraf: Cevdet Tiryaki)
(Gaziantep/Karkamış/Balaban Köyü/1985-1986 Eğitim Yılı)
İlkokul dörtteyim...
(Fotoğraf: Yılmaz Tiryaki)

12 Mart 2015

Yaşanılan an ve berisi; ya ötesi?

Ne garip bir yer bu dünya. Allah bilir; kimler, hangi değerli hatıra ve duyguların birer yansıması veya nişanesi olarak bu fotoğrafları hangi kuytu köşelerde veya yaşadıkları mekânların başköşelerinde büyük bir heyecan ve iftiharla saklamıştı veya sergilemişti.

Şimdiyse; Beşiktaş'ta bir mahalle arasında, eski kitaplar satan bir dükkânın önünde tanesi 50 kuruştan ‘satılık’ olarak eski fotoğraf meraklılarının beğenisine ve insafına sunuluyor; bir fotoğraf için bile ne hazin bir sondur bu.
"Şüphesiz yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız" Kur'an Meali 19/40.

Tanesi 50 kuruşa alıcısını bekleyen 'kimsesiz' fotoğraflar...
Demek ki, insan için yaşadığı anı 'sonsuzlaştıramadıkça' mutluluk diye bir şey yok aslında bu alemde, olan 'akıbeti' unuttukça ortaya çıkan geçici 'sevinç' zamanları...
"Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir" Kur'an Meali 29/64.

O zaman ey aziz insan; ne için çırpınırsın, ne diye koşturursun bu kadar?

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...