03 Eylül 2018

Köyde Yaşam Neden Cazip Değil?

Çoğunlukla sonuca bakılıyor. Mesela, gıda fiyatlarındaki artışa, tarım ve hayvan ürünleri ithalatına gibi. Eskiden bizim köy davar sürüsü doluydu. Bir zamanlar Barak'ta, emektar analar bakardı tüm o davar sürülerine de, işte o davar sürülerine bakacak kimse kalmayınca köyler ıssızlaştı. Şimdi millet kesecek kurbanı zor buluyor. Et fiyatları artar tabiî ki...

Yok tarım desteği, yok hayvancılık desteği, yok sulama, yok mazot, yok gübre, yok yol, yok ithalat, yok ihracat! Hiçbiri önemsiz demiyorum, bilakis hepsi de mühim bunların. Bence Türkiye'nin tarım ve hayvancılık meselelerinin tam çözümü, bunlardan daha başka bir konuyu gündeme getiriyor. İnsanlar artık köyde yaşamak istemiyor, arada bir uğrayıp şöyle bir hava alıp hemen kaçmak isteniyor oradan. Asıl çözümü gereken sorun bu.

Elbette köyde bilfiil yaşamayı kastediyordum burada. Yoksa Pazar günü mangalını köyde yakmaktan veya telefonla ‘Ali ile Veli’ye uzaktan ‘çüt’ (çift) sürdürmekten veya diğer köy işlerini gördürmekten bahsetmiyorum. Onlardan çok maşallah! Oysa çoğu kişinin arabası var, şehir ayağının altında, ama büyük çoğunluk daimi olarak şehirde yaşamak istiyor. Bir çuval kuru antep fıstığı veya iki kuzu bugün bir aylık asgari ücrete denk geldiği hâlde, insanlar şehirde dört duvar arasında sanki sinmişcesine yaşamayı ve sabahtan akşama kadar başkalarına bir nevi ücretli kölelik yapmayı köyde malında çalışmaya tercih ediyor. Neden?

Eminin çok daha derin ve farklı nedenler de vardır ama kendimce bazı gerekçeler buldum:

-Çocukların eğitimi ve geleceği (kapanan köy okulları),
-Şehirdeki evlerin konforu ve temizliği,
-Şehir hayatı özellikle kadınlara rahat geliyor,
-Başkalarına özenme,
-Şehir hayatının çekiciliği,
-Eş dostun ve akrabaların hep şehre gitmesi,
-Köyde kalana kız verilmemesi veya kızların köyü istememesi.

Köye Dönüş Desteklenmeli Ama Nasıl?

Şehirler kalabalık. 1950’lilerden beri köylerdekiler şehre akın ediyor. Boşalan köyler kontrolsüz büyüyen kentler, çarpık yapılaşma, yoğun trafik, güvensiz şehirler, artan asayiş olayları, işsiz insanlar ve artan gıda fiyatları gibi sorunlar demek. Tüm bu sorunların çözümlerinden biri ve belki de en önemlisi köyde yaşamı cazip kılmak ve insanların topraklarına dönmesini sağlamaktır. Örneğin, tarımsal desteğin sadece köyde kalan, tarım ve hayvancılık ile bilfiil uğraşan insanlara verilmesi gerekiyor. Adama babasından miras kalmış, yılda bir köye ya uğruyor ya uğramıyor, gitmiş ilçede ziraat odasına kaydını yaptırmış, çiftçi olmuş güya ve devletten tarım desteği alıyor şehirde otururken. Tamam buna hakkı olabilir, doğru mu bu peki? O kıt tarımsal desteklerin köyde üretim yapan ve köyün kahrını çekenlere verilmesi gerekmiyor mu yani! Evet muhtarlar ve azalar, köy ile hiç alakası olmayan yalnızca babasından miras tarla tapusu olanların çiftçiliklerine şahit misiniz gerçekten? Kısacası hep başkaları suçlanarak bir yere varılamaz, arada kendimize soralım: ‘Doğru mu yapıyoruz?’ diye.

Evet, köyde arazisi ve yeri olduğu hâlde, şehirde 1500 TL aylık maaşla sabahtan akşama kadar onun bunun bir nevi ücretli köleliğini (azaplığını) yapan kardeşim, neden et besiciliği yapmıyorsun mesela? Süt demiyorum, o zor olabilir hadi. Ama ufaktan et besiciliği yapsan, bu ülkenin ciddi et ihtiyacı var, hele ki doğal ve yerli ete. Hiç düşünmez misin köye dönmeyi? Altında araban varken şehir ile köyün ne kadar farkı kaldı artık, eğer 'şehir hayatı' çok cazip geliyorsa sana?

"Köyleri boşaltır, şehirleri boğar!" Cahit Tanyol, bunu köyden kente göç ile ilgili olarak 1950'li yıllarda yazmış, tarımda başlayan makineleşmenin bir sonucu kabilinden. Evet, ağzını açan "Samanı bile ithal eder olduk!" demeyi biliyor ama yeterli samanımız olursa o samanlarla kim hayvan besleyecek konusu belirsizliğini koruyor. Köylerin boşalması emin olunuz köylerden çok şehirlerin sorunudur. Artan gıda fiyatlarından trafiğin yoğunlaşmasına, göçle ev fiyat ve kiralarının artmasından iş bulmanın daha da güçleşmesine kadar pek çok doğrudan etkisi var köylerin boşalmasının. O zaman sorun ve soru olduğu yerde duruyor. Herkes şehirlere dolarsa ziraati kim yapacak ve o çok sevilen et ve süt ürünlerini kim yetiştirecek? Bunu cevaplamadan doğrudan ithalat yapanlara bir şey denebilir mi?

Köyde yaşam neden cazip değil ve nasıl cazip hâle getirilir? Bu konuya daha fazla kafa yormakta fayda var. Zira Türkiye'de tarım ve hayvancılığın geleceği büyük oranda bu soruların cevaplarına göre şekillenecek ve belirlenecektir.  

Öte yandan ahalisi genelde şehirde yaşamakla birlikte Barak’ın su konusunda son dönemdeki toplu uyanışı takdire şayan gerçekten. Şüphesiz bunda kurak giden geçmiş antep fıstığı sezonlarının da etkisi var. Fakat tarım ve hayvancılık konusundaki asıl sorun yerli yerinde duruyor. Kim yapacak bu işleri? Kimi ortamlarda su gelse küreğini omuzlayanın sulama yapmak için maşaralarının (tarlalardaki sulama hattı) başına geçecekmiş gibi bir hava var. Tamam, artık işler değişti, damlama ve sair teknolojiler kullanılıyor da kim yapacak tüm bu işleri, Gaziantep’ten telefonla nereye kadar gider tüm bu işler? Özetle, sorun ‘su’dan büyük aslında! Gerçi zor ama diyelim su geldi, kim kullanacak onu, köylerde kim kaldı ki?
Yeşil Barak

Hazır yeri gelmişken bir hususu da vurgulamakta fayda görüyorum. Barak’ın ve Barak insanının bir çabasını özellikle takdir etmek lazım her şeye ve tüm imkânsızlıklara rağmen. Daha 1970’li, hatta 1980'li yıllarda Barak Ovası'nın neredeyse her yanı çorak ve ağaçsızdı. Yöre insanı, tüm susuzluğa karşın kendi olanaklarıyla, asıl gerekçesi her ne olursa olsun, bugün Barak’ın dört bir yanını ağaçlandırdı. Varsın çoğu antep fıstığı ağacı olsun, işte eskinin o çorak bozkırı, ağaç tarımının yapıldığı ve kısmen yeşile bürünen bir ovaya dönüştü günümüzde. Sen çok yaşa Barak, helal olsun emeği geçen herkese ve onların emeklerini korumak herkesin boynunun borcudur.

25 Ağustos 2018

Kurutmalık

Nane Kokulu Ana Elleri

Antep mutfağının bana göre en özgün ve lezzetli yanlarının başında neredeyse bütün sulu yemekleri tamamlayan kavrulmuş nane gelir; yazları en doğal haliyle analar kurutup “üfeler” (ufalar) böyle… Her tarafı elleri gibi harika bir nane kokusu dalar…

"Yazın bulaşığı kışa katık" derdi 'Kanatlı', elbette Meyro'nun kızı anam da boş durur mu hiç; kaç evin ihtiyacı için kurutuyor yine kendi bostanından biberleri, domatesleri, kabakları, âcürleri, daha patlıcana sıra gelmemiş. İşin aslı, şu biber ve âcür kurutmasının yanında bana göre patlıcan kurutmasının lafı olmamalı ya, neyse... Aslında genel olarak sebze kurutmalarının yemeğini taze sebze ile yapılanlara yeğlerim. Belki bu kurutmalıklarla büyüdüğümüz için öyle, bilemiyorum artık... İşte o kırmızı pul biberler de bu kurutmalıkların ince ince çekilmesiyle elde edilir.

Hayat, vefa, sevgi ve umut, 70'inde bile 'horanta' (aile) için yetiştirdiğin 'hodar'ları (sebzeleri) böyle anam gibi sabah erken toplamaktır biraz da sanırım.
Domates Kurutması
Domates Kurutması

Biber Kurutması
Biber Kurutması
Âcür, Kabak ve Biber Kurutması
Biber Kurutması

24 Ağustos 2018

Hayaller ve Gerçekler


Rusdam (Rüstem) Abi harbi adamdı doğrusu, hiç öyle içten pazarlıklı ve gizli gündemi olan biri olmamıştı. Ne düşünüyorsa hakikaten söylerdi bir şekilde. Lâkin dünya hâli işte, onun iç âlemini ve hülyalarını bilmeyen bazı muhterisler, adamcağız ne vakit ortamlara girip çıksa, bir işe girişse ilginç bir şekilde kıvranırlardı hâsetten fesattan. Fakat öyle lafını sakınan biri de hiç olmadı Rusdam Abi. Gene bir gün geniş katılımlı bir yerdeyken birilerinin bir köşede garip bir hâlde kıpraşıp durduğunu fark etti Rusdam, hoşlanmazdı bu tür hareketlerden. Hafifçe doğrulup sessizce mekândan çıkmaya karar vermişti. Yalnız tam kapıdan çıkarken hiç arkasına bakmadan:

"Ülen" dedi ve devam etti sözüne: "Rahat olun rahat, nasıl biliyseyz, hasebiyze, işiyze nasıl geliyse aynen eyle devam edin. Yalnız, sizing hâyal dahi edemeyeceğiniz şeylere sırt çevirdim ben haa. Benim meselem başka, bu da size dert olsun. Fakat şunu da unutmayın haa, hisabımı kimsenin kesesine bırakmam evvelallah, bes güniyzi bekleyin!"

23 Ağustos 2018

Garbı Yeli

Barak Ovası'nda yazın en güzel şeylerin başında bence püfür püfür esen garbı yeli gelir. Sabah ayrı nimettir, akşam apayrı. Biraz fazla maruz kalınca hafiften üşüten bir yanı var ama garbı yelinde, açık havada uyumak dahi büyük keyiftir. Aslında hem serinlik verir, hem bereket getirir türlü meyveye. Özellikle akşam üzeri esmeye başlar, sanki insanı kendine doğru çağırır, garbıya doğru. Biz de uyduk çağrısına yöneldik garbıya, hem esentisini duyumsadık ince ince hem de sıcakla birlikte olgunlaştırdığı çeşit çeşit üzümleri, tüylü âcürleri ve hâyirleri (incir) tattık bir yaz günü Barak'ta...
 
Hönnüsü Üzüm
Hönnüsü Üzüm

Tüylü Âcür

22 Ağustos 2018

Bir Başına...


Bir Başına... 

Bozkırda, 
Gelmez artık, 
Gitti o neşeli günler, o güzel insanlar 
Kaldın bir başına... 
Veya dört arasında Sinmiş ruhlarla 
Yan ki yan yalnızlığına, talihine... 
Sanki bir iç çekiş yaşam 
Ne fayda ne fayda... 
                                                          Dr. Göksel Tiryaki, 22.08.2018, Beşiktaş 
Kış Ortasında... 

Şehirde, yapayalnız 
Hava semsert 
Sulu kar çok seyrek 
Boş hayatlar, 
Bomboş hayaller 
Upuzun yollarda... 
İçerilerse sımsıcak 
İnsanlar daha soğuk... 
                                                      Dr. Göksel Tiryaki, 04.01.2019, Beşiktaş

17 Ağustos 2018

Cemal Hoca

İlk babamdan duymuştum adını. Köyün ilk öğretmeniymiş Cemal Hoca. 'Kanatlı', çok zaman gülümseyerek anlatırdı ona dair hatıralarını. Cemal Hoca, bilinen herhangi bir resmi görevi olmadan, köylünün iaşesini ve barınmasını üstlenmesi karşılığında gönüllü öğretmenlik yapmış Seydimen'de 1940'lı yıllarda. Hem de ne koşullarda ve ne olanaklarla, şaşırmamak elde değil. Esasında o dönem ağaların köy odalarında Hafız gibi sürekli başka kalanlar da varmış. Köyün çocuklarına öğretmenlik yapmasa dahi yine ağaların mekânlarında bir şekilde barınması mümkünmüş. Fakat Cemal Hoca, o günün ve ortamın şartlarında, köyde kaldığı müddetçe özellikle kış aylarında, elinden geldiğince aralarında babamın da olduğu köyün uşaklarına belletmenlik yapmış bir nevi. Bu gayrı resmi ve derme çatma yerlerdeki eğitimin sonunda, herhangi bir diploma ve belge verilmemiş ama babam 'Kanatlı' ömrü boyunca okuduğu Kur'an'ı ve 'eski yazı'yı Cemal Hoca'dan öğrenmişti sanırım.

Bu yaz, köye son gitmemde Servet Emmi'ye denk gelmem çok iyi oldu. Cemal Hoca ve o zamanın koşulları hakkında güzel bir söyleşi yaptım kendisiyle...

14 Ağustos 2018

Attarlık

'Garıp' kitabında 'Attar' isimli bir öykü yazmıştım. Zira attarların çocukluk belleğimizdeki yeri apayrı olmuştur. Bu yaz, köy ziyaretinde biz çocukken sattığı şeker sucuğunu ve bisküvilerini çok yediğimiz eski attarlardan İzanlı (Düzbayır) Ömer Demir abiye rastlamam iyi oldu. Onu, çocukluğumda köyden Gaziantep'e yolculuk ederken köy otobüslerinin arka koltuğundaki heyecanlı konuşmaları ve otobüse çuvalla bir şeyler yüklerkenki o telaşlı hâliyle hatırlıyordum daha çok. Onunla kısa ama gayet samimi ve hoş bir söyleşi yaptık attarlık üzerine:

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...