07 Eylül 2018

Sıkmaç

Geniş ailelerin bir numaralı kahvaltı seçeneğiydi. Aslında zarureti demek daha doğru, kaç baş horanta (aile) taze ve sıcak ekmeğe dürmeden peyniri, yeşil zeytini ve sair yiyeceği nasıl doyacaktı? Ama kesmik (yakacak) ateşinin közünde pişen doğal yufka ekmek, içine bir şey katılmadan da yenebilirdi ki. İşte böyle hamadanlarda (küçük tepsi) servis edilirdi hane halkına.

Topaç

Eskiden buzdolabının yaygın olmadığı zamanlarda, kesilen hayvanların hemen hemen çoğu yeri küçük kuşbaşı şekilde doğranır, yine hayvanın kendi yağı ve kuyruk ile büyük bir kapta kavrulurdu. Tuzu biraz belirgin olan bu kavurma, her biri en az bir yemeklik olacak şekilde küçük yuvarlaklar haline getirilirdi. Özünde doğal bir et saklama yöntemi olan topaç, hızlı öğünler için de lezzetli bir kurtarıcı olurdu.
Topaç

06 Eylül 2018

Kadınların (Avratların) Köyü İstememesi…

Gözlemleyebildiğim kadarıyla Barak’taki şehre göçün en önemli sebeplerinden biri, özellikle kadınların artık köyü pek istememesi ve delikanlıların köyde kalmak üzere evlenecek kız bulamaması! Genelde evlilik arifesinde, “Nerede Oturacaklar?” çok önemli bir gündem maddesidir. Valla, baştan söyleyeyim haksız değiller! Kaç defa dikkatimi çekmiştir. Köyde evin kadını sabah erkenden herkesten önce kalkar, hamur yoğurur, hayvanlarla ilgilenir, bostan varsa onunla uğraşır, çevreyi toparlar ve temizler, sallama veya ekmeği yapar, kahvaltıyı hazırlar, sofrayı kurar. Bu arada evin geri kalan ahalisinin önemli kısmı yatmaya devam eder. Millete kahvaltısını yaptırır, sofrayı toplar, bulaşıkları yıkar, bu sefer evin içini temizler, öğle yemeği 'taşgala'sına (telaşına) düşer, derken vakit neredeyse öğlen olmuştur. Sonrasında, günün diğer saatlerinde de öteki zaruri işlere koyulur. Bu durum hemen hemen yaz kış her Allah’ın günü tekrarlar. Bir de arada, tüm onca yaptıklarına bir karşılıkmış (!) gibi bazılarının muhtemel kötü söz ve muamelesine maruz kalmalarına hiç girmiyorum artık.

Elbette erkeğinden erkeğine ve iş mevsiminden mevsimine değişir ama sabahları yabanda yazıda işine fırsat vermeyen ve çalışan erkeklere de haksızlık etmemek lazım şimdi. Fakat köyde erkeklerin iş durumu kadınlara göre bir hayli az ve kısa sürelidir aslında. Kadınların yukarıdaki iş döngüleri neredeyse yılın her günü aralıksız devam eder. Buna kışın soğuğunu, sobasını, külünü, çamurunu, sıcak suyunu, yazın tozunu, sineğini, ivezini (minik böcek), sıcağını da kattığınızda onlar için hakikaten daha zor bir hayat köydeki koşullar. Bu sebeple kadınlar şehirde dört duvar arasında, hazır ekmekli ve kaloriferli o evleri haliyle daha çok tercih ediyorlar. Bizim delikanlıların da eline geçerse asgari ücretli bir işte sabahtan akşama anası ağlıyor ama onlar da bir süre sonra şehri bırakıp köye dönmek istemiyor.

Peki, köyde kadınlar için daha fazla zor olan bu koşulları düzeltecek bir şey yapılamaz mı? Belki bu noktada, erkeklerin kadınlara ve onların yaptıkları işler konusunda biraz daha anlayışlı ve yardımcı olmaları işe yarayabilir. Kim bilir!
(Fotoğraf: Cahit Tanyol)

05 Eylül 2018

Barak, Dereköyü ve Antep Kültürü

Antep Kültürü çok köklü ve zengin bir yaşamın ürünüdür. Pek itiraz eden çıkmaz, çıkmamalı da. Yalnız bir Barak uşağı olarak Barak Kültürü'nün Antep Kültürü ile karıştırılması bence pek doğru değil. Barak, kullanılan ağzı, yemekleri, odası, sözlü aktarım kültürü, yaşam tarzı ve bakış açısıyla Antep Kültürü'nden biraz farklıdır. Aslında Barak ile Antep Kültürü arasında Antep'e daha yakın olan bir Dereköyü Kültürü de bulunmaktadır. Dereköyün çok şeyi Barak'tan ziyade Antep’e benzer. Misal, son dönemde yerli Anteplilerin yuvalama furyası bizim Barak'ı da sarmış. Bizde Boranı, Eşkili Küfte gibi benzer yemekler var, ama yuvalamanın Barak Kültürü ile çok bir ilgisi yoktur. Şahsi kanaatim, Barak'ın culluk veya horoz etiyle yapılan firik pilavı yuvalamadan daha caziptir. Ve daha nice yöreye özgü lezzeti var Barak'ın: TarhanaYağlı Sörme, Cacık Kavurması, Âcür Kurutması, Zeytin Piyazı, Mercimekli Bulgur Pilavı, Yağlı Küfte, Topaç, Lapa...

Yine atalarımızın onca yıllık acı kahvesine neye özeniliyorsa artık, bazılarınca 'mırra' deniyor maalesef!

Lütfen, özgün Barak Kültürü'ne sahip çıkalım, yozlaştırmayalım, Antep büyük bir kültüre sahip, ama bazı konularda Barak'tan farklıdır. Bunu unutmayalım derim. Bu özgün kültürün zenginliğini ve doğallığını koruyarak yaşaması önemlidir.
Barak Halayı
(Fotoğraf: Mehmet Tiryaki)

Harman Yeri

Eskiden hemen her köyün böyle harman yeri vardı. Şimdilerde harman yerleri hep beton doldu. Bu da ilginç doğrusu, millet köyde fazla oturmuyor ama elinden gelirse köyde boş yer de pek bırakmıyor! Yağmuru görünce hemen yeşeren bu bozkır 'çem'lerinde (çimler) top oynamayan 'bozkır uşağı' yok gibidir. Elbette saatlerce, çoğu zaman aç susuz, top oynadıktan sonra arka fonda, ara sıra, uzaktan şu tür sesler duyulurdu:

-"Yavaş sen yavaşş, vahıtdan (vakitten) habarın yok del mi, sen bu eve heç gelmiyceng heral!"

Eski Zamanlarda Harman

Cercer Dövmesi
Eskiler arpanın buğdayın habbesine nasıl da çok kıymet verirlerdi. Boşuna değildi elbette bu değer. Neden mi? Çünkü daha savurmadan çok önce ekim, yolma ve şahra gibi türlü zor aşamaları vardı tahıl ziraatinin bir zamanlar. Fakat savrulması bile başlı başına olaydı. Cercer ile dövülen harman savruluyor garbı yelinde işte burada mesela. Tabiî ki garbı her zaman esmez, bazen beklemek gerekirdi. Yabanın ahşap olması önemli, demir yaba, içinde tane olan dövülmüş harmanı kaldırmaz. Zira az az havaya atılmalı dövülmüş harman savurmak için, demir yaba ile az atılmaz, aradan süzülüp dökülür samanlı 'cec' (tahıl). Yani demir yaba ile harman bir hayli zor savrulur, ama saman da demir yaba ile iyi 'çalınır'dı (atılır) hani. İki sırık ve arasına gerilen çadır ile saman taşınmasına da 'palas' ile taşıma derdi bizim 'Kanatlı'.
Harman Savurması
Arpa ve buğday sapları kaygan olduğu için şebeke (ahşap payandalar) olmadan şahra zor çekilirdi. Lâkin mercimek şebekesiz çekilirdi. Yalnızca teknenin (römork) ön köşelerine dikilen iki sırık hizayı tutturmaya yardımcı olurdu. Bu da kaderin bir cilvesi olsa gerek, şimdilerde tarımda kol gücüne dayalı pek bir şey kalmadı ama ne tarım yapan ne köyde yaşayan kaldı! Şehre, medeniyete koştu millet! Asgari ücret ile sabahtan akşama kadar başkalarının ücretli köleliğini yapmak, malında çalışmaktan daha şirin hâle geldi maalesef çoğunluk için!
Şahra Çekmek

03 Eylül 2018

Köyde Yaşam Neden Cazip Değil?

Çoğunlukla sonuca bakılıyor. Mesela, gıda fiyatlarındaki artışa, tarım ve hayvan ürünleri ithalatına gibi. Eskiden bizim köy davar sürüsü doluydu. Bir zamanlar Barak'ta, emektar analar bakardı tüm o davar sürülerine de, işte o davar sürülerine bakacak kimse kalmayınca köyler ıssızlaştı. Şimdi millet kesecek kurbanı zor buluyor. Et fiyatları artar tabiî ki...

Yok tarım desteği, yok hayvancılık desteği, yok sulama, yok mazot, yok gübre, yok yol, yok ithalat, yok ihracat! Hiçbiri önemsiz demiyorum, bilakis hepsi de mühim bunların. Bence Türkiye'nin tarım ve hayvancılık meselelerinin tam çözümü, bunlardan daha başka bir konuyu gündeme getiriyor. İnsanlar artık köyde yaşamak istemiyor, arada bir uğrayıp şöyle bir hava alıp hemen kaçmak isteniyor oradan. Asıl çözümü gereken sorun bu.

Elbette köyde bilfiil yaşamayı kastediyordum burada. Yoksa Pazar günü mangalını köyde yakmaktan veya telefonla ‘Ali ile Veli’ye uzaktan ‘çüt’ (çift) sürdürmekten veya diğer köy işlerini gördürmekten bahsetmiyorum. Onlardan çok maşallah! Oysa çoğu kişinin arabası var, şehir ayağının altında, ama büyük çoğunluk daimi olarak şehirde yaşamak istiyor. Bir çuval kuru antep fıstığı veya iki kuzu bugün bir aylık asgari ücrete denk geldiği hâlde, insanlar şehirde dört duvar arasında sanki sinmişcesine yaşamayı ve sabahtan akşama kadar başkalarına bir nevi ücretli kölelik yapmayı köyde malında çalışmaya tercih ediyor. Neden?

Eminin çok daha derin ve farklı nedenler de vardır ama kendimce bazı gerekçeler buldum:

-Çocukların eğitimi ve geleceği (kapanan köy okulları),
-Şehirdeki evlerin konforu ve temizliği,
-Şehir hayatı özellikle kadınlara rahat geliyor,
-Başkalarına özenme,
-Şehir hayatının çekiciliği,
-Eş dostun ve akrabaların hep şehre gitmesi,
-Köyde kalana kız verilmemesi veya kızların köyü istememesi.

Köye Dönüş Desteklenmeli Ama Nasıl?

Şehirler kalabalık. 1950’lilerden beri köylerdekiler şehre akın ediyor. Boşalan köyler kontrolsüz büyüyen kentler, çarpık yapılaşma, yoğun trafik, güvensiz şehirler, artan asayiş olayları, işsiz insanlar ve artan gıda fiyatları gibi sorunlar demek. Tüm bu sorunların çözümlerinden biri ve belki de en önemlisi köyde yaşamı cazip kılmak ve insanların topraklarına dönmesini sağlamaktır. Örneğin, tarımsal desteğin sadece köyde kalan, tarım ve hayvancılık ile bilfiil uğraşan insanlara verilmesi gerekiyor. Adama babasından miras kalmış, yılda bir köye ya uğruyor ya uğramıyor, gitmiş ilçede ziraat odasına kaydını yaptırmış, çiftçi olmuş güya ve devletten tarım desteği alıyor şehirde otururken. Tamam buna hakkı olabilir, doğru mu bu peki? O kıt tarımsal desteklerin köyde üretim yapan ve köyün kahrını çekenlere verilmesi gerekmiyor mu yani! Evet muhtarlar ve azalar, köy ile hiç alakası olmayan yalnızca babasından miras tarla tapusu olanların çiftçiliklerine şahit misiniz gerçekten? Kısacası hep başkaları suçlanarak bir yere varılamaz, arada kendimize soralım: ‘Doğru mu yapıyoruz?’ diye.

Evet, köyde arazisi ve yeri olduğu hâlde, şehirde 1500 TL aylık maaşla sabahtan akşama kadar onun bunun bir nevi ücretli köleliğini (azaplığını) yapan kardeşim, neden et besiciliği yapmıyorsun mesela? Süt demiyorum, o zor olabilir hadi. Ama ufaktan et besiciliği yapsan, bu ülkenin ciddi et ihtiyacı var, hele ki doğal ve yerli ete. Hiç düşünmez misin köye dönmeyi? Altında araban varken şehir ile köyün ne kadar farkı kaldı artık, eğer 'şehir hayatı' çok cazip geliyorsa sana?

"Köyleri boşaltır, şehirleri boğar!" Cahit Tanyol, bunu köyden kente göç ile ilgili olarak 1950'li yıllarda yazmış, tarımda başlayan makineleşmenin bir sonucu kabilinden. Evet, ağzını açan "Samanı bile ithal eder olduk!" demeyi biliyor ama yeterli samanımız olursa o samanlarla kim hayvan besleyecek konusu belirsizliğini koruyor. Köylerin boşalması emin olunuz köylerden çok şehirlerin sorunudur. Artan gıda fiyatlarından trafiğin yoğunlaşmasına, göçle ev fiyat ve kiralarının artmasından iş bulmanın daha da güçleşmesine kadar pek çok doğrudan etkisi var köylerin boşalmasının. O zaman sorun ve soru olduğu yerde duruyor. Herkes şehirlere dolarsa ziraati kim yapacak ve o çok sevilen et ve süt ürünlerini kim yetiştirecek? Bunu cevaplamadan doğrudan ithalat yapanlara bir şey denebilir mi?

Köyde yaşam neden cazip değil ve nasıl cazip hâle getirilir? Bu konuya daha fazla kafa yormakta fayda var. Zira Türkiye'de tarım ve hayvancılığın geleceği büyük oranda bu soruların cevaplarına göre şekillenecek ve belirlenecektir.  

Öte yandan ahalisi genelde şehirde yaşamakla birlikte Barak’ın su konusunda son dönemdeki toplu uyanışı takdire şayan gerçekten. Şüphesiz bunda kurak giden geçmiş antep fıstığı sezonlarının da etkisi var. Fakat tarım ve hayvancılık konusundaki asıl sorun yerli yerinde duruyor. Kim yapacak bu işleri? Kimi ortamlarda su gelse küreğini omuzlayanın sulama yapmak için maşaralarının (tarlalardaki sulama hattı) başına geçecekmiş gibi bir hava var. Tamam, artık işler değişti, damlama ve sair teknolojiler kullanılıyor da kim yapacak tüm bu işleri, Gaziantep’ten telefonla nereye kadar gider tüm bu işler? Özetle, sorun ‘su’dan büyük aslında! Gerçi zor ama diyelim su geldi, kim kullanacak onu, köylerde kim kaldı ki?
Yeşil Barak

Hazır yeri gelmişken bir hususu da vurgulamakta fayda görüyorum. Barak’ın ve Barak insanının bir çabasını özellikle takdir etmek lazım her şeye ve tüm imkânsızlıklara rağmen. Daha 1970’li, hatta 1980'li yıllarda Barak Ovası'nın neredeyse her yanı çorak ve ağaçsızdı. Yöre insanı, tüm susuzluğa karşın kendi olanaklarıyla, asıl gerekçesi her ne olursa olsun, bugün Barak’ın dört bir yanını ağaçlandırdı. Varsın çoğu antep fıstığı ağacı olsun, işte eskinin o çorak bozkırı, ağaç tarımının yapıldığı ve kısmen yeşile bürünen bir ovaya dönüştü günümüzde. Sen çok yaşa Barak, helal olsun emeği geçen herkese ve onların emeklerini korumak herkesin boynunun borcudur.

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...