11 Temmuz 2018

Barak'ın Geleneği

Türkiye'nin farklı köşelerinden insanlarla karşılaşıyorum. Kimi diyor ki,

-"Eskiden bizim buralarda da aynı bu havaları çalanlar olurdu. Şimdi çalan kimse kalmadı."

Geçmişin hüznü ile hayatın ve bugünün coşkusu harmanlanır Barak'ta. İşte her şeye karşın yaşatılan eski ve köklü bir geleneğin ve kültürün adıdır Barak. Dile kolay, Anadolu'ya gelen son büyük Türkmen göçünde, dört bin çadırlık abdalların en hasları Barakların yanında kalmıştır.

O gün,

-"Bir de, 'Galata' tutim" dedi Şahan, "Bunu eski adamlar oynar, eyi bir ağır halay havası bu" diye ilave etti.

Duymayan, bilmeyen veya hâlâ sorusu olan varsa takdimimizdir efendim. İşte Barak bu, tüm dünya duysun ve bilsin lütfen. Gelenek sürüyor Barak'ta tüm olumsuzluklara rağmen. Bu bereketli toprağa sahip çıkan, onu terk etmeyen ve kurda kuşa yem etmeyen tüm Baraklılardan göçenlere rahmet, kalanlara selam olsun. Gelenek, evelallah en çok onlar sayesinde devam ediyor. Minnettarız tüm köylümüze ve emekçilerimize. Kendi tabirleriyle söylersek, "Allahıyza gurban sizing!". Onun için,
-"Tut Şahan istediğin 'galata'yı, yeniden canlansın tarih, sürsün Barak'ın töresi...

10 Temmuz 2018

Şebellâh (Kapari) Toplamak


Şebellâh (Kapari)

Şebellâh (Kapari)

Gel, 'şebellâh'lar (kapariler) çiçeklendiğinde, garbı yelinin urgu (önü) süre, bozkırın düzüne, toprağın hasına...

Ama bozkır 'şebellah'tır (kapari) işte biraz; bodur, sarı kanca dikenli, yabansı, derin ve sapasağlam köklü, inatçı, faydalı tomurcuklu, bembeyaz zarif çiçekli, içinde kurşuni sayısız minik tohumlu kıpkırmızı yumru meyveli... Bunu, polene bezenmiş bir arıdan daha iyi kim bilebilir; kıraç toprağın nimete bürünmüş hâli gibidir, pek kimsenin umursamadığı ama her yanı sarmış şebellahlar...
Şebellâh (Kapari)
Şebellâh (Kapari)

Çorak ve kıraç bozkırda, şebellâh (kapari) gibi dikenli ve bodur bir çalı bile o bildiğimiz narin koyu yeşil tomurcuklarından çok zarif beyaz çiçekler açar ve böylesine kıpkızıl içli yumru meyveler verir ayrımsız herkese, hülasa "yakın" olduklarını herkes sever sayar, "uzak" olduklarınla aran nasıl asıl...
Şebellâh (Kapari)
Şebellâh (Kapari)

'Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri' kitabımızdaki Necip isimli öyküden alıntıdır:

Şebellâh (Kapari)
"...
Şebellâh (Kapari)
Çocukken yazları şebellâh (kapari, keber) toplardık. Hayatımızda paraya doğrudan ulaşabildiğimiz ve paramızı istediğimiz gibi harcayabildiğimiz bir deneyim sundu şebellâh toplamak. Bir gün köye, İzmir'de yerleşik bir firmanın Gaziantep'teki temsilcileri geldi. Barak Ovası'nda çokça yetişen şebellâhın, Batılı ülkelerde hem ilaç sanayi hem de sair kullanım alanları için kıymetli olduğunu söylediler. İspanyol bir şirketin bu ürünleri alacağını söylediğini, toplanan şebellâhları bıraktıkları büyük mavi bidonlara konulmasını ve içine ara ara sadece tuz atılmasını istediler. 1980'li yılların ortası gibiydi. Böylece bizim muhitte, çoluk çocuk için yeni bir meşgale çıkmış oldu. Belli bir yaşın altındaki hemen herkes şebellâh toplamaya başladı köyde.
Şebellâh (Kapari)
Şebellâh (Kapari)

Dikenli ve bodur bir bitkidir şebellâh. Küçük, sarı ve kanca şeklinde dikeni olur. Toplanan şebellâh tomurcukları işte böylesi iki dikenin arasında çıkan çok kısa ve zayıf yeşil uzantılarda olur. Dolayısıyla çok zarif bir beyaz çiçek açan bu sık şebellâh tomurcukları hızlı şekilde toplanırken, ikide bir bu kanca biçimindeki dikenler parmaklara geçer. Toplaması biraz zahmetlidir. Ama tüm mesele budur. Yabani bir bitkidir. Beyaz ve zarif çiçekleri açıp kuruduktan sonra, her çiçeğin tam orta yerinden yumru şeklinde çok ilginç sert bir meyvesi çıkar. Bir müddet sonra, bu yeşil sert oval biçimindeki yumru meyve yarılır, kan kırmızısı o canlı kızıllığın içinde, kurşuni renkte minicik yuvarlak tohumları belirir. İşte şebellâhın bu tomurcuğu, çiçeği ve meyvesi, şifa niyetine çok eskiden beri, Barak’ta türlü şekillerde tüketilir. Kimi acısına aldırmadan taze taze ısırır, bazısı kaynatır ve suyunu içer, kimileri de o kan kırmızısı tatlımsı meyvesini somurur. Yabanda yazıda, özellikle fazla bakım yapılmayan kıraç arazilerde bolca olurdu. Yani, öyle ilave bir yetiştirme masraf ve emeği gerektirmiyordu. Kilo hesabı satılırdı. Köylük yerde, sadece doğal olarak yetişen bu yabani bitkinin, biraz meşakkatli şekilde toplanması yanında, tomurcuğu hiç fena para etmiyordu çoluk çocuk için. Günde birkaç kilogram toplayabilen bir çocuk için iyi bir harçlık imkânıydı şebellâh. Belki yetişkinler için önemsiz sayılabilirdi bu tutar, ama biz çocuklar için cazip bir gelir elde etme fırsatıydı gerçekten. ..."
Dr. Göksel Tiryaki'nin Barak Kitapları

Barak'ın Alametifarikası

Barak Ovası
Garıp isimli kitabımızdaki 'Müho' adlı öyküden kısa bir alıntı:

"...
Önce eline aldığı bir avuç toprağı kardeş oğluna göstererek,

-"Eyi bak yeğen eyi bak şu torpağa, heç unutma, ne şu ne de bu, Barak'ın esas alâmetifarikası işte bu!” demişti.

Neye uğradığını şaşıran genç, Müho’nun avucundaki toprağa dikkatli bir şekilde bakmaya çalışırken, dersin ikinci kısmına geçilmişti bile. Bu sefer Müho elindeki toprağı önlerine doğru savurdu. Bir yandan da, eliyle gözün alabildiği ölçüde ufka kadar genişleyen hafif engebeli Barak Ovası’na işaret ediyordu. Yalnız bu sefer bir elini güneşin batmaya yüz tuttuğu ufka doğru uzatarak,
Barak Ovası

-“Hele bir de bak şu uçsuz bucaksızmış gibi duran kırmızı toprak ovaya yeğenim, Barak’ın asıl membaı da odur. Ona buna sakın kulak asma, sen torpağa bak torpağa, aslımız da o sonumuz da o!" diye ilave etmişti. ..."
Barak Ovası

08 Temmuz 2018

Neden 'Garıp' ve 'Barak Üniversitesi' Neresidir?

Oysa o kadar türkü ve mesele var Barak'ta yazılacak. Aslında şu linkte çok önceden yazmıştım mevzunun benim açımdan başlangıcını. Neden bilmiyorum ama 'Garıp' kadar iz bırakan türkü az sanırım Baraklar için. Belki hasreti, uzun ve meşakkatli bir yol hikâyesini derinden işlediği için, belki sadece 'Garıp' olduğu için. Fakat yukarıdaki linkte beşine de yer verdiğim bu 'Garıp' icraları etkileyici benim açımdan.  Ah 'Garıp' Ah... Barak'ın 'Garıp'ı hasrettir işte. Gidenlere, artık geri dönmeyecek olanlara, sılaya, yurda ve yâre özlemdir. Ağıda ve türküye dönüşmüş uzun bir yolun hikâyesidir. Ondandır Barak'ın her bir köşesinde türlü türlü biçimlerde söylenir durur, dilden dile ve nesilden nesile aktarılır. Bu kültürü, atalarımız kendi çabaları ve ellerinde ancak olan sözlü kültürleriyle bugüne getirmiştir.

Garıp hikâyemizin girişinde 'Neden Garıp?' dediğimizi ve 'Barak Üniversitesi'ni şöyle izah etmeye çalışmıştık:

"Garıp'ın babası Mamov Ağa Barak Havaları'na çok düşkün bir adamdı, rahmetli. Nerede bir abdal görse hemen zurnasını tüttürmesini ister, zurnanın tiz sesiyle kendinden geçer, ağır ağır başını sallayarak derinlere dalardı her seferinde. Özellikle Garip Türküsü'ne ayrı bir tutkundu. Yakaladığı abdalı, kendisinin yerel ağızla 'Garıp' dediği bu türküyü çaldırmadan bırakmazdı. Sözlerini ve müziğini çok sevdiği bu türküyü sessiz sessiz dinlerdi, ama kendisi söyleyemezdi. Bir söyleyen olmasa bile, tiz zurna sesiyle türkünün ezgisi de çok hoşuna giderdi.

Esasında kimi sözleri uzatılarak, kimi sözleri daha bir vurgulanarak icra edilen Barak Uzun Havaları, bu yörenin insanı için en önemli duygu dışavurumu ve yansıması olarak görülebilir. Diğer Anadolu insanları gibi Baraklar da duygularını açık şekilde ifade etmeyi pek sevmezler. Türküler, duygu aktarımı ve ifadesi için muazzam bir araçtır. İnsana dair hemen her şey türkülere konu olur ve bir insanın görüp görebileceği en içten biçimde dile gelir âdeta. İşte Barakeli’nde, dost meclislerinden düğün dernek etkinliklerine kadar, neredeyse tüm kalabalık ortamların temel eğlence ve gündem maddelerinden biridir Barak Havaları. Hüzün tüter Barak’ın neredeyse tüm bu türkülerinden, tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu türkülerin arkasında yatan yüzlerce yıllık göç, sürgün, isyan, ıstırap ve özlemler, derin ve duygu dolu ağıtların dokunaklı sözleri ve zurnanın tiz sesiyle buluşmakta, sanki bir çığlığa dönüşmektedir. Barak'ta nesilden nesile aktarılan bu söz ve ezgiler, Barak Kültürü'nün en önemli ürünlerinden sayılabilir. Bir anlamda geçmişi ve gidenleri ‘unutmadık’ demektedirler. Çünkü hem tarihsel olaylardan hem de günlük yaşamdan derin izler taşır bu türküler.

Bu türkülerin yüzlerce yıldır Baraklıların hayatında bu denli yer kaplaması ve iz bırakması boşuna değildir. Geçmiş, tüm azamet, haşmet ve acılarıyla bu türkülerde hâlâ yaşamaktadır. Sanki bu türkülerin her söylenişi, bir çeşit o eski zamanların yâd edilmesi gibidir. Dinleyenler, âdeta o eski zor günleri yaşamış gibi derin düşüncelere dalar genelde. Geçmiş ve anılar, bugünün dertleriyle harman olup savrulur gibi olur bu Barak Havaları ile. Bilmeyene ve içinde yoğrulmayana çok dokunamayabilir bu ağıtlar, ama içindeki o içten ve derin hisleri duyumsayabilenler için artık vazgeçilmez olur Barak Türküleri.

Mamov Emmi, ta çocukluğundan beri, tam bu türkülerle yoğrulmuş bir adamdı işte. Daha küçüklüğünden itibaren babasının odasında ziyarete gelen yakın akrabanın ve dostlarının ağırlanmasında hep hazır olmuş, gelenlere hizmet edip ikramda bulunmuştu. Dolayısıyla Barak’ın tüm sözlü anane ve kültürünü, öyle duyarak değil, içinde yaşayarak öğrenmiş biriydi. Hatta yeri geldiğinde insan ilişkilerine dair,

-“Tamam yorum, tamam, biz resmiyette bir fakülte bitirmedik, amma ‘Barak Üniversitesi’nde yetiştik, eyi bilirik bungları” derdi sık sık. Sonra ilave ederdi bazen: “Barak böyük okul eâğam, ne yok ki orda?”..."

Fazlası burada...

06 Temmuz 2018

Barak'ta Efendi ve Ağa Köyleri

Gerek Barak’ta yaşadıklarım, gerek yöredeki ziyaretlerim, gerek yaptığım görüşmeler ve gerekse diğer tanıklık ve duyduklarım Barak Ovası’ndaki köylere ilişkin kendimce önemli bir gözlemde bulunmama yardımcı oldu. Barak’ta köyler görece yakın zamana kadar büyük oranda, ya eski ve yerli köy ağalarının mülküymüş ya da yörede “Efendi” denilen Osmanlı dönemindeki şehir kökenli bir zümreye aitmiş. Dolayısıyla Barakların bir kısmı bu köy ağalarının ve bu tür köylerde yaşayanların soyundan gelirken bir kısmı da Efendilerin köylerinde yaşamış olanların torunudur. Görebildiğim kadarıyla sosyolojik olarak ağa köylerinin ahalisi ile Efendi köylerinin ahalisi arasında, tüm aşiret, oymak ve sair akrabalık veya kültürel benzerliklere rağmen zaman içinde dikkate değer bir yaklaşım ve tavır farklılığı oluşmuş sanki...

Barak Ovası, Osmanlı döneminde Birecik Kazası'na bağlıydı büyük oranda. Birecik Kazası'ndaki veya yakın muhitteki görece eğitimli eşraf, gerek 19. yüzyıldaki toprak ve tapu reformu sırasında ve gerekse Barak yöresindeki ahalinin durumu zamanında fark edememesi sebebiyle bölgedeki bazı köylerin mülkiyetini tümden bazılarını da kısmen ele geçirmişler. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısı, Barakların en önemli mücadelelerinden ve gündemlerinden biri genelde 'Berecik Efendisi' dedikleri bu zengin köy sahiplerine karşı olmuş. Neticede günümüzde birkaç köy dışında Barak'ta Efendilere ait pek köy kalmadı gibi, Baraklar bir şekilde topraklarına sahip çıkmasını bildiler yine. Fakat mevzu, sadece toprak sahipliği değildir elbette. 

Aşağıda, Cahit Tanyol'un ilgili makalelerinden derlediğimiz bazı sayfalarda, bu Efendilerle girişilen mücadele örnekleri ve akıbet hakkında sözlü aktarıma dayalı birtakım bilgiler yer almaktadır.

04 Temmuz 2018

Develik

Develik'in Dikmesi (Kolonu)
Seydimen'in son kurucusu Hanifi (Hüfney) Ağa'nın en büyük oğullarından Mehmet Ağa, bir zamanlar köyde etkili söz sahibiydi. Köyün en yüksek noktasına, babasının iki katlı kerpiç konağından daha büyük ve gösterişli bir bahçeli kerpiç ev yaptırmıştı. Şimdi yerinde tek katlı briket bir yapı olan bu konağın nasıl yapıldığı, içinde neler olduğuna dair Mehmet Ağa'nın hayattaki tek oğlu Servet Tiryaki'den
Develik
kısaca bilgiler aldım.

Bu arada, daha önce burada resimlerini paylaştığım deve ahırını da sordum kendisine. Sağ olsun Servet Emmi, hem babasının büyük kerpiç evini ve etrafı duvarla çevrilmiş bahçesini hem de 'Develik' denilen yüksek tavanlı ve sonradan yapılan ilave kerpiç ahırını anlattı özetle ve ekledi:

-"Böyle bir hayat yaşadık gitti, şükür de, şimdi nostalji oldu, hayat hatırası..."
Hüfney Mehmet'in Odası

03 Temmuz 2018

Fıstık Seçmek

Antep Fıstığı Hasadı (Fotoğraf: Bedia Tiryaki) 1990'lı yıllar...

Her Eylül başı, gelip çatar fıstık zamanı Barak Ovası’na… Her daim apayrı ve tatlı bir heyecan sarar antep fıstığı üreticilerini bu dönem; artık “mığal”ın (ürünlerin) ağaçtan toplanıp ayıklanma ve çuvallanma vaktidir. Yöre hiç olmadığı kadar yoğunlaşır, neredeyse yurdun dört bir yanından insan akar ovaya... Köy kökenli bütün şehirlilerin bile iyice köylü oldukları zamanlardır artık… Misal, fotoğrafta babası büyük amcamız ve kuzenleri arasında “Ahmediyeli” (Turuncu Başlık) olan kuzenimiz bir profesör şimdi…

Artık yöremizde "fıstık devlüpleri" (değirmen) çalışıyor, antep fıstığı hasadı makinelerle sona eriyor daha çok. Fakat "fıstık seçmek" diye bir işbölümü hâlâ var hasat sırasında. Ama eskiden büyüklerin bir numaralı işiydi toplanan fistıkları çadır üstünde işte böyle ayıklayıp seçmek. Gerçi burada genç yeğen Kadir, amcası Kadir'e yardım ederken kadraja girmiş, gayet güzel ve doğal bir fotoğraf olmuş bence.
Antep Fıstığı Hasadı
(Fotoğraf: Bedia Tiryaki)
1990'lı yıllar...

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...