15 Ekim 2015

Basket Potası

Nisan 1981'den bir kare... 
Köyde ortaokul yoktu, gerçi şimdi artık ilkokul da yok ya. İlkokulu bitirince, ortaokul için ya birkaç kilometre mesafedeki komşu Çiftlik Köyü'ne gitmek gerekirdi ya da Karkamış, Nizip ve Gaziantep gibi ilçe ve il merkezlerine. Bizim dönemimizde genelde Gaziantep'e gidilirdi ama öyle gidip gelme biçiminde değildi bu, okul süresince geçici ikâmet etmek şeklindeydi. Çocukları ilkokulu bitirince, Çiftlik Köyü'ndeki ortaokulu bir iki yıl denedikten sonra, 'Kanatlı' Gaziantep'te bir ev kiraladı, Saçaklı Mahallesi'nde. Ağabeylerimin 'Kutçulu Şıhov'un evi dedikleri bu teneke barakayı andıran, eski püskü Antepevi'ni birkaç kere gördüğümü hatırlıyorum ama ben hiç kalmadım orada. Ben altı yıl süren ortaokul ve lise dönemimi, yine Saçaklı Mahallesi'nde, Ragıp Oral Geçidi No:15'teki o ikinci evde geçirdim. Daha önceki evden, şehrin merkezine doğru beş altı yüz metre kadar daha aşağıda bir yerdeydi, kendi aramızda 'Mustafa Şenel'in evi dediğimiz bu mekân. Siz ev dediğime bakmayın, belki bizim oturduğumuz zamandan çok önceleri evdi bu yerler ama bizim zamanımızda kesinlikle ev değildi. Ama mecburduk oralara, gelir kıt, aile genişti. Hatta o zamanlar üniversitede olan Tercan ağabeyimden iyi bir miras da kalmıştı bize. Ondan kalan bir alışkanlıkla, 'Kanatlı'nın bıraktığı harçlıkları büyük kalın kitapların arasında saklardık. Hem kısmen derme çatma olan o muhitte hırsızlığa karşı bir önlem, hem de paraları daha kontrollü harcamaya yarıyordu bu yöntem. İhtiyaç oldukça kitapları karıştırır, lazım olan tutarı alırdık. Arada unuttuğumuz veya gözden kaçan paralar olurdu. Daha sonraları hiç ummadan karşımıza çıkan bu paralar ayrı bir keyifti.

Evin, içi ahşap dışı teneke olan dış kapısı eski ve döküntü biçiminde beton bir zemini olan ve ortasında kanalizasyona doğru atık su yolu barındıran bir avluya açılırdı. Avlunun bir kenarında büyükçe bir dut ağacı vardı. Avlunun içinde birbirinden bağımsız girişi olan üç ayrı oda bulunurdu. Kullanılacak durumda değildi bu odalar. İki oda eski beyaz taş işçiliği ile yapılmıştı. 'Kanatlı' bu beyaz taşlara 'eşşek havarası' derdi. Çok makbul taşlardan değildi yani. Zamanla rutubete dayanamayıp ufalanıp giderdi. Zaten bu iki odanın duvarları sürekli incelip duruyor, beyaz taşlardan aşağıya habire ufak parçalar düşerdi. Hatta yer yer duvarlarda yandaki evlerin avlusu görülecek kadar küçük delikler bile açılmıştı. Üçüncü oda avlunun bir köşesine sonradan briketten yapılmıştı. Belki de eski mukimlerin hane nüfusu artınca, yeni bir oda ihtiyacı için yaptığı bir yerdi bu avlunun bir köşesini tutmuş tek göz yapı. Ama bizim zamanımızda avludan girilen bu üç odanın içi döküntü biçiminde ve temizliğe izin vermeyecek kadar eskiydi. Yalnız bu odalardan birinde, 'Kanatlı'nın kışın yakmak için köyden traktörle bizim için getirdiği fıstık, zeytin ve üzüm dallarından odun ve ortutlarımız (ince dal) olurdu.

Seydimen ile Gaziantep'in arası yaklaşık 50 kilometredir, bir traktörün de azami 20-25 kilometre hız yaptığı düşünüldüğünde, kolay bir iş değildi köyden traktörle Gaziantep'e gitmek. Nereden biliyorum, odun taşımak da dâhil, 'Kanatlı' veya Tuncer ağabeyim ile çok gidip geldim bu mesafeyi. Bir keresinde, yine sabahın zifiri karanlığında 'Kanatlı' ile kışın yakmak için Gaziantep'teki eve traktörle odun taşıdığımızı hatırlıyorum. Bir güz günüydü, yol uzun ve soğuk olduğu için Köy ile Gaziantep arasındaki Oğuzeli ilçesinde mola vermiş ve bir kahvehanede çay içip ısınmak zorunda kalmıştık.

Bizim kaldığımız tek göz oda güya ikinci kattı. Dış kapıdan avluya girdikten sonra, hemen soldan yukarıya doğru çıkan taş merdiven, artık zamanın eskitici gücüne dayanamamış ve taşlar parçalanmaya başlamıştı. Yer yer basamaklar ufalıp dağılmıştı. Merdivenin bittiği yerde, aşağıdaki bir odanın damı olarak balkon şeklinde bir boşluk vardı. Bu genişçe boşluğun bir kenarında, tahta bir kapıdan geçip birkaç basamakla inilen bir giriş vardı. Bu giriş bizim kaldığımız yere açılıyordu. Bir giriş ve tek göz odadan oluşan bu ikinci katın üzerini her yağış zamanı su damlatan eski bir çatı örtmekteydi. Az uğraştırmadı o izbe çatı bizi bu arada. Kısacası, öyle bir tek göz evdi ki bu mekân, Gaziantep birinci derece deprem bölgesi olmamasına rağmen, neredeyse tüm hafif şiddetteki depremleri bile hissederdik orada.

Avludan girilen o eski beyaz taştan yapılma iki odanın üzerindeki bu bir göz oda ve iptidai şekilde yapılmış giriş kısmıydı tam olarak kaldığımız yer. Bu giriş aslında mutfaktı ve hemen girişteki bir köşesi de banyo olarak kullanılırdı. Evin tuvaleti aşağıda avlunun içinde, dış kapının yanında bir köşede idi. Nedense bu eski evi ilk yapanlar banyoyu müstakil bir yer olarak değil de, üstteki odanın giriş kısmı olarak planlamışlardı. Çok garip bir mimari anlayıştı doğrusu! Ama altı yıllık orta öğrenim hayatım, bazen tek bazen birkaç kişi olarak o tek odada geçti. İlk başlarda televizyonumuz da yoktu ve ben o çocuk hâlimle yalnızlığı hiç sevmiyordum. Anama çok söyledim, ortaokulun ilk iki yılında; "Ana ben Çiftlik'e gidim mi ortaokula?" diye. Hiç ciddiye almadılar bu önerimi. "Kendim yürüyerek gider, gelirim" dedim o komşu köye kaç kez ama hiç dikkate dahi alınmadı. Benimki de safça bir beklentiydi esasında o çocuk haleti ruhiyesi ile.

Hayatta tek başına kalabilmeyi ve bir başına durabilmeyi, belki de bir alışkanlık olarak yalnızlığı, ben, 'Kanatlı'sız ve 'Gelin Döne'siz geçen Gaziantep'teki o altı yıllık orta eğitim döneminde öğrendim. Pek dışarı çıkmama izin verilmezdi. Uzunca bir süre televizyon da yoktu. Çok düşünecek zamanım oldu orada o çocuk dimağımla, yalnız başıma. Hem de bazen kendimi kötü hissedecek kadar, hayatı, insanı ve daha pek çok şeyi çokça düşündüm durdum.

Kardeşler olarak kaldığımız o tek göz odanın duvarlarına, bir Türkiye fiziki bir de siyasi haritası asmıştı, ağabeylerimden biri. Vatan sevgimin temeli bu haritalardı desem yalan olmaz sanırım. Bu iki haritayı deyim yerindeyse ezberlemiştim. Ayrıca muhtelif haritaları inceleyip atlas karıştırmak da böylelikle alışkanlık olmuştu bende. Bunda kardeşlerle can sıkıntısından uzun kış geceleri oynadığımız isim, şehir, dağ, ırmak ve ova oyunun da etkisi oldu tabiî. Haliyle biz bu oyunu biraz değiştirmiştik. Daha çok coğrafi yer ve şekillerin ağırlıklı olduğu bir oyun hâline getirmiştik. Bunun faydasını da gördüm açıkçası, bir gün orta ikinci sınıfta coğrafya öğretmeni tahtaya kaldırmış ve Türkiye'nin fiziki haritası üzerinden coğrafi yerleri sormuştu. Sorduğu yerleri tek tek göstermem üzerine, adamcağız bir süre sonra ilçelerin yerlerini bile sormaya başlamıştı.

1980'lerin sonuna doğru, TRT televizyondan NBA maçlarını veriyordu. Daha ilkokulun sonunda hiçbir fikrim ve tecrübem olmayan basketbolu büyük bir merakla izlemeye başlamıştım. Larry Bird, Magic Johnson ve sonrasında Michael Jordan'u ilgi ve zevkle izliyordum, köyde fırsat buldukça. Ortaokul için Gaziantep'e gitmek, bu televizyondan basketbol seyirciliğine de mani oldu kısmen. Ama ben, o eski ve bakımsız avluda elime geçen bir teneke parçasına şekil vererek, uyduruk bir basket potası yapıp ufalanıp dökülen o beyaz taş duvarlardan birine monte ettim. O zamanlar çok yaygın olan plastik toplarla bu eski ve pis avluda bir başıma basketbol oynamaya başladım. Bazen tek başıma saatlerce, televizyonda gördüğüm hareketleri taklit ederek basket oynadığım olurdu. Bazen de Mahmut ağabeyim gelir, o daracık avluda minyatür kale futbol maçı yapardık beraber. O yalnız ve uzun günlerde, iki-üç haftada bir turuncu Anadol'un fren sesiyle geldikleri daha kapı çalınmadan anlaşılan anam ve babamın köyden gelişleri dışında, belki de en neşeli zamanlarımız olurdu, bazen avludaki atık su yoluna düşen o havası az plastik toplarla yaşanan bu anlar.
(Boston Celtics-Miami Heats)
Pota altındaki 32 numara
Shaquille O'Neal...
Daha sonra yerinde izleme fırsatım
da oldu NBA maçlarını...
(Boston Celtics-Detroit Pistons)

1 yorum:

Tercan Tiryaki dedi ki...

Güzel bir yolculuk olmuş, O Evler bizim için medrese oldu, emek, sabır ve terbiye mekanı oldu. Balaban'dan Boston'a ve Şili'sinden Japonyasına, Asya steplerinden Avrupa şehirlerine dünya görmüşlüğümüz, bilgiye erişme imkanımız olduysa Kanatlı'nın ben yapamadım bunlar yapsın azmi etkili oldu. Umudu yeşerten her çabaya hürmetle.

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...