26 Ekim 2015

Kulüp

Seydimen'de, Mahmut Ağa'nın tek katlı eski kerpiç evinin biraz güneyine, sonradan yaptırdığı kerpiçten iki katlı 'yukarı ev'inin hemen doğusundaki o tek göz kerpiç odaya 'Kulüp' ismini, köyün o zamanki ağa biraderlerin en kıdemlisi T. Ağa koymuştu. Bu tek göz kerpiç yapının ilginç bir hikâyesi vardır.

Mahmut Ağa, 1930'lu yılların ortasında, Esma Hanım ile evlendiğinde müstakil bir evi yoktu daha. Babası H. Ağa'nın, köyün garbısındaki o iki katlı kerpiç konağında bir oda tahsis edilmişti onlara. Birkaç yıl orada kalmışlardı, hatta ilk çocukları Kadir de o tek göz odada doğmuştu. Evlenmelerinden birkaç yıl sonra, köyün poyrazına doğru bir giriş ve üç odadan müteşekkil tek katlı bir kerpiç ev yaptırmıştı Mahmut Ağa. 'Kanatlı'nın deyişiyle o 'uğurlu ev'de uzun yıllar oturdular ailecek ve tüm çocukları o evde doğup büyüdü. Mahmut Ağa, daha sonra yaptırdığı 'yukarı ev'e taşınınca, o tek katlı 'uğurlu' kerpiç ev 'Kanatlı'ya kalacak ve bu sefer onun tüm çocukları o evde büyüyecekti.

Mahmut Ağa'nın çocukları büyüyüp evlenme çağına gelince artık o tek katlı kerpiç ev yeterli gelmemişti. Ayrıca köydeki diğer üç büyük ağabeyi de iki katlı kerpiç evlerde oturuyordu. Sürekli genişleyen ailenin de etkisiyle, Mahmut Ağa da eski evinin biraz ilerisine iki katlı kerpiçten 'yukarı ev'ini yaptırdı. Bundan sonra, Hacı Mahmut'un 'horanta'sının (aile) merkezi, o bu dünyadan göçtüğü 1983 yılına kadar, bu 'yukarı ev' oldu. Artık adı 'eski ev'e dönüşen o tek katlı 'uğurlu' kerpiç eve 'Kanatlı' yerleşti. Bu evin hemen kuzeyinde, biraz daha aşağıda, briketten yapılan tek katlı iki odalı küçük evde de, 'Kanatlı' ile beraber köyde Mahmut Ağa'nın malına bakan diğer oğlu İsmet ailecek oturmaya başlamıştı. O 'eski ev'in biraz doğusunda ise Mahmut Ağa'nın odası (erkek misafir evi) yer alıyordu. Ayrıca, giderek artan yeni ambar ihtiyacı sebebiyle, bu odanın karşısına gelecek şekilde güneyinde, biraz yukarısına, yine briket ve betondan yeni bir garaj yaptırılmıştı. Bugün 'Özgür Konak', bu garajın üzerindedir mesela. Bunun dışında, tüm bu yapıların ortasında da davar için bir ahır ve samanlık vardı. İşte bu ahıra bitişik olacak şekilde, yukarı eve doğru tek göz bir kerpiç oda daha yapıldı bir süre sonra. Zira, özellikle yazları köye mevsimlik olarak gelip çalışacak veya geçici kalacak kişiler için ilave bir mekâna gereksinim duyuluyordu. Bu tek göz yapı da, çok amaçlı olacak şekilde tüm bu işler için yapılmıştı.

1990'lı yılların sonunda, Hacı Mahmut'un muhitinin kuzeydoğudan görüntüsü buydu, 
sonradan betondan yapılan o 'garaj'ın üzerine 'Özgür Konak' kırmızı tuğladan inşa edilmiş.
Fotoğrafın tam ortasındaki yıkılmaya yüz tutmuş kerpiç yapı Hacı Mahmut'un ahırı ve 
samanlığıydı. En arkadaki yüksekçe kerpiç yapı 'yukarı ev'di. 'Garaj'ın biraz ilerisinde, 
sağ tarafındaki ve 'yukarı  ev'in solunda, aradaki yıkık yer de, o 'Kulüp'ün son hâliydi işte.
Şimdi buralar çok değişti. Öndekiler de bizim yeğenler...  
Fakat bu tek göz yapı, ilk inşa edildikten bir süre sonrasına kadar, bilhassa kışları boş dururdu. Bu dönem, 'Kanatlı'nın gençlik ve orta yaşlılık zamanına denk geliyordu. Elektriğin daha köye gelmediği o sıralar, 'muhabbet geceleri' genç ve orta yaşlılar arasında en revaçta eğlence biçimiydi. Koyu sohbetlerin, ince hasbihâllerin döndüğü, nüktelere gülünen bu gecelerde, yemekler yenir, bazen içilir ve muhtelif oyunlar oynanır, ancak genelde saz çalınıp türküler söylenir ve hikâyeleştirilmiş eski 'meseleler' anlatılırdı. İşte bu tek göz yeni kerpiç yapı, kışları tam da bu tür faaliyetler için biçilmiş kaftan gibiydi. Bunu hemen fark eden 'Kanatlı', bu bina yapıldıktan sonraki kış, o odayı temizledi, birkaç kilim, minder ve yastık attı oraya. Bir de soba kurulup içerisi yeterince ısınınca, bu mekân kış geceleri tam bir muhabbet odası olmuştu.

Başlangıçta, Mişov Dayı, Hafız, Sâdın emmi gibi, Barakların eski meselelerini ve türkülerini iyi bilen ve icra eden kıdemliler ile bir araya geliyordu 'Kanatlı' bu mekânda. İlk sıralar tüm muhabbet sadece türkü söylemek ve dinlemek üzerine kuruluydu. Ancak zaman geçtikçe toplantıların hem süresi hem de içeriği genişlemişti. Tabiî bu durum, kısa sürede köydeki yetişkin erkekler arasında duyuldu. Köyün o zamanki gençleri hemen ortamı öğrendi ve akşamları bu kerpiç oda gençlerin ve meraklı orta yaşlıların uğrak yeri olmaya başladı. Böylece, türküler üzerine başlayan bu 'muhabbet geceleri' de giderek daha zenginleşmeye başladı. Herkes evinde imkânına göre yemek hazırlatıyor, burada yenip hasbihâl ediliyor, çaylar ve kahveler içiliyor, oyunlar oynanıyor ve genelde olduğu üzere türküler söyleniyordu. Mekânın namı giderek köyde daha fazla yayıldı ve ciddi biçimde geceleri ahaliyi oraya çekmeye başladı.

Elbette köyün ileri gelen büyükleri de haberdar oldu bu mekândan. Mahmut Ağa, 'Kanatlı'yı severdi, o sebeple gençlerin kendi aralarında böyle bir yer ayarlamasına ses etmedi. Zararsız şekilde eğleniyorlardı neticede. Fakat bu yeni 'cazibe merkezi' köyün büyük ağalarının odalarının cemaatini biraz azaltmıştı. Dolayısıyla bu büyük odalarda muhabbet biraz seyrelmiş, rağbet az da olsa azalmıştı bu yeni mekân yüzünden. Bir gün köyün yaşça en büyüğü T. Ağa, Mahmut Ağa'nın odasına geldi bir akşamüzeri. T. Ağa'nın buraya kadar gelmesi pek alışıldık bir durum değildi. Mahmut Ağa, gelen ağabeyine gayet saygılı bir şekilde "Buyur Edey, otur" dedi. T. Ağa, "Oturmaya oturak da yorum, önce şu 'Kulüp'ü bir görsek eyi olurdu" dedi, sakin bir ses tonuyla ve oldukça istihzalı. Böyle bir tepkiyi hiç beklemeyen Mahmut Ağa, "Vış, vış, vış, o da ne yav, bu da yeni mi çıktı ovv?" dedi meraklı bir şekilde. T. Ağa gayet sakin bir biçimde, "Ne olacak yorum, senin Kemal 'Kulüp' açmış diyler, milleti topliymış başına!" Mahmut Ağa hemen anladı meseleyi ve o her zamanki vurgulu ifadeleriyle, "Tamam ağam tamam, heç gereği yok bize 'Kulüp'ün de temaşanın da, işimiz mi yok?" dedi. "'Kanatlı'" diye çağırdı hemen oğlu Kemal'i, "Çıkar ağam çıkar, oradaki çulu çaputu, sök sobayı da, biz işimize bakak!" şeklinde ilave etti. Bu, 'Kanatlı'nın 'Kulüp'ünün sonu olmuştu. Bir daha orada ne toplanıldı, ne de eskisi gibi hasbihâl oldu. Lakin bu konuşmadan sonra, o kerpiç yapının adı hep 'Kulüp' olarak kaldı. Uzun süre o tek göz kerpiç mekân, Mahmut Ağa'nın kiler ve ambarı olarak da işlev gördü.

Benim çocukluğumda ise, 'Kulüp'ün son mukimlerinden biri merhum Hassün emmi idi. Hassün Efendi, köyün garbı fıstıklarını beklediği yazlarda, Nizip'ten hanımı Essüm ve kızı Özov ile birlikte o tek göz odaya yerleşir, o yazı orada geçirirdi. Uzun yıllar kiler ve ambar olarak kullanılan 'Kulüp', sonradan köydeki çoğu kerpiç yapı gibi, zamanın ve yağmurun gücüne dayanamadı, eskidi. Kerpiç yapılara gerekli ancak zahmetli yıllık bakımları yapılmayınca, bir süre sonra yıkılıp giderler. Bu açıdan 'Kulüp'ün kaderi de çok farklı olmadı köydeki diğer kerpiç evlerden.

1 yorum:

Tercan Tiryaki dedi ki...

Rahmetliler son zamanlarında bu kulübede kalmışlardı, ilkokul 3-4 gibi özellikle din kitaplarını alıp okumaya giderdim Dedeme ve Nineme. Dedem büyük ihtimal dinlemez uyurdu ama Ninem sanki tarikat şeyhinden etkilenmiş gibi arada dualar ederdi, içten dualar ederdi, ben de etkili okuduğumu düşünür daha sesli daha vurgulu okurdum. Aslında o zamanlardan din dersi kitaplarının insanlar üstündeki etkisi öğrenmiştim. Okuma eğzersizlerini değişik seslerde, tonlarda yaparak, karşı tarafta yarattığı etkiye bakardım. Aslında okuduğum dini hikayeler bazen korkutur, bazen de mutlu ederdi beni de. Arada Ninem de duyduğu hikayeleri anlatır, Arapçası ve dini temel eğitimi olan oldukça bilgili biriydi Ninem. Dedem Orta Mektep mezunu ve arapçası oldukça iyi şekilde bilirdi ama dini mevzularda bizim din dersi kitabına pek karışmazdı. Evde kısa dalga bir radyo sesi gibi bir çınlamaydı belki onun aradığı, gürültüsüne de katlanmanın elzem olduğu.

Hassün Emmi ile bekçi arkadaşlığımız vardı. Bana arapçada öğretmeye çalışırdı, kelime ezberleri yapardık. Rahmetlinin son zamanlarında eline gelen yılan ısırığımı nedir bir yaranın verdiği ızdırabı hala hatırlarım. Benim gözümde dürüst, Allah inancı olan, kanaatkar bir insandı. Herkes gözüyle gördüğü yaşantıya ve gönlüyle hissetiği dürüstlüğe göre verir notunu. Allah öteki dünyada gönlüne göre versin. Hayatı çile, çaba ve emek üstüne kurulmuş bu garibanları bu kadar yıldan sonra anmak, her birine geleceğe bir anı gibi asmak güzel bir çaba. Bu karşılıksız ve yalnızca gönül mesajını dillendiren Tirekili aslında bilerek çok güzel basamaklar döşeyerek çocukluğumuza yolculuk pencereleri açıyor, keyifle okuyup biraz hüzün biraz da hayat döngüsü deyip tatlı bir yolculuğa dalıyoruz, artık. A. Haşim'in de dediği gibi, Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?... Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...