29 Haziran 2018

Bozkır Kaderimiz Ama...

Nereye gitsek (misal burası İncek-Ankara, Haziran sonu), engebeli, bakımsız, çorak ve geniş düzlüklerle karşılaşmamak pek mümkün değil yurtta. Sanki yazgımız, sanki türlü haliyle bizatihi bizdir bozkır. İşte şehirlerin sürekli büyüyen sınırları son alıç ve ahlat ağaçlarının ensesinde. Fakat her şeye rağmen bozkırın uçsuz bucaksızmış hissi veren toprakları ve yapayalnız ağaçları, umudu canlı tutarken güzelliğini de hep korur, tıpkı içinde barınan insanlar gibi...

Peki, nedir mevzu? Belki kimine nostalji gibi geliyor tüm bunlar ama öyle değil esasında. Asıl mesele, tüketmekten çok üretmek ideali. Köy ve taşra demek en yalın haliyle bu bence. Betonarme bir medeniyete dönüşen şehrin insana verdiklerinden ne kadar memnunuz? Lafta herkes şikâyetçi ama kimse vazgeçemiyor havasız dört duvar aralarından, oysa köyler de çok değişti. Misal, en uzak köyden bir büyükşehire dahi gitmek neredeyse bir saatin altındadır arabayla, belki çoğu büyükşehirde iki semt arasındaki en asgari ulaşım süresi kadar bu. Hülasa teknolojinin yaygınlığı, her anlamda taşrayı şehre yakınlaştırmış durumda, mesele irade biraz; sadece tüketmek mi yoksa daha fazla üretmek mi? Kanımca, şu âlemdeki en muteber insanların başında üreticiler gelir, elbette her manada üretken olanlar...


Memlekette mevcut durum kabaca ve maalesef şöyle:
-Köyler bomboş,
-Gençler, köyde yaşamaktansa şehirde AVM'lerde asgari ücretle tezgâhtarlık gibi zor bir işe bile razı,
-Köylerde okul pek yok, çocukların eğitimi büyük mesele,
-Tarım desteklerinin çoğu, köyle ilgisi babasından kalan arazilerin tapusuna sahip olmakla sınırlı ve hemen hepsi şehirde oturanlara gidiyor,
-Tarımda ve toprak sahipliğinde şirketleşme ve endüstriyel dönüşüm olamıyor, buna karşılık geleneksel ziraat yeterli olmuyor,
-Köyde kalan gençlere kız da vermiyorlar.

O zaman kim üretecek memleketin ihtiyacı eti, sütü, tahılı, samanı, sebzeyi ve meyveyi?

26 Haziran 2018

Anadolu'nun Suyu ve Barak'ın Dereleri

Barak insanı, Fırat'a 'Mırat' der Murat Suyu'ndan mülhem. Mezopotamya'yı medeniyetin beşiği yapan ve çağlar boyu besleyen Anadolu Dağları'ndan doğup akan Fırat ve Dicle olmuş. Ortadoğu'nun büyük bir kısmı ekmeğini işte Anadolu'dan çıkıp giden bu sulara borçlu. Ancak gün geçtikçe debisini ve coşkusunu kaybediyor sanki Fırat, artık üzerine kurulan barajlardan mı, yoksa iklim değişikliği ve kuraklıktan mı, bilemiyorum. Fakat her şeye rağmen azametini de hep korur Fırat. İşte böyle Suriye topraklarına doğru uzar gider kuru Barak toprağının hemen yanından...







Barak'ın Dereleri
Yukarıdaki krokiye dikkat edince hemen fark ediliyor. Bundan 50-60 yıl kadar önce Barak'ın orta yerinden iki dere geçip Fırat nehrine dökülürmüş. Biri, Nizip ve Orul tarafından iki koldan çıkan ve sonra birleşen Nizip Çayı. Şimdi bu çayın kimyasal atıklarla zehir saçtığı ve üzerine kurulan Hancağız Barajını tehdit ettiği söyleniyor. İkincisi Çütlük'ün ve Germiş'in yanından yine iki koldan doğan ve sonra birleşip Karkamış civarında Fırat'a kavuşan dere. Bu dere çoktan kurudu bildiğim kadarıyla. Ne garip, şimdilerde Fırat'ın suyuna hasret olan susuz Barak toprakları bir zamanlar Fırat'ı beslermiş meğerse.

Yöremizin Kaderi ve Çehresi

Barak Ovası'nın ve Karkamış'ın gelişip kalkınması için, işte yukarıda fotoğrafları yer alan, Fırat kenarının ıslahı, orada parkların, güvenlikli ve uygun yürüyüş yollarının, dinlenme ve piknik alanlarının, çay bahçelerinin, spor alanlarının ve hatta yapay plajların yapılması çok önemli. Sadece Gaziantep şehir merkezinden gelecekler bile Karkamış'ı ve Barak Ovası'nı canlandırmaya yeterlidir. Gaziantep insanı, suya ve su kenarlarına hasret ve Karkamış'tan kuzeye, yukarıya doğru Fırat kenarında çok büyük bir potansiyel var; doğal güzellik, tarih, kültür, nice bitki ve kuş çeşitleriyle... Elbette böylesine bir proje için yolların genişletilmesi ve geliştirilmesi gibi ilave altyapı yatırımları da gerekiyor bölgede.

Zaman ve Mekân

Aslında yapacak bir şey yok. Olup bitiyor geçip gidiyor her şey. İnsan yalnızca figüran ortada ve çoğu figüran gibi gayet kolay harcanıyor. Mekânlar bile direnemiyor zamana, insan ne ki? Elden gelen sadece kayda almak belki. İşte eski ve virane bir kerpiç ev ve oda köyden, son kalanlardan, çöküp gideceği günü bekliyor, diğerleri ve herkes gibi...

Ahşap Dikme (Kolon)
Biz çocukken tüm ağıllar ve samanlıklar doluydu, oysa şimdi in cin top oynuyor dört bir yanda. Üstelik bu mekânlar kalan son kerpiç yapılardan, o zamanlar pek şikâyet eden olmazdı da et fiyatlarından bu arada. Sanırım deve ahırı olarak tasarlanmış ki bir hayli yüksek, belki de samanlık. Kerpiçten yapılma kare dikme (kolon) gayet orijinal, duvarlardaki sıvanmamış kerpiç işçiliği hoş, dekorasyon gibi duruyor. İnşallah sahipleri muhafaza eder bu yapıyı...
Kerpiç Dikme (Kolon)
Tağalar (Pencereler), Sulukluk (Banyo), Mâhmil (Kilitli Gömme Dolap), Yüklükler (Gömme Dolap Yerleri), Ahşap ve Kerpiç Dikme (Kolon), Samanlık ve daha nice ayrıntılarsa hâlâ ayakta her şeye rağmen...

Kalem Atmak (Aşılamak), Budamak ve Antep Fıstığının Fiyatı

Dr. Göksel Tiryaki Kitapları
Antep fıstığı, ürünlerine "Menengiç - Buttum" denen bazı yabani antep fıstığı türlerinin mutasyona uğrayıp irileşmesi sonucu ortaya çıkmış diyor işin erbapları. Antep fıstığı fidanları genelde 5-7 yılda kalem (aşılanacak) atılacak boyuta geliyor. Kalemin tutması sonucu (yaklaşık %60-70 oranında başarı sağlandığı söyleniyor ilk seferde), bir 5-7 yıl daha bekleniyor tam randımanlı ürün alabilmek için. Kısacası iyi bir antep fıstığı ağacına en az 15 yılda sahip olunuyor ve bu uzun süre zarfında sadece bakım ve masraf yapılıyor ağaçlar için. Ayrıca çevresel ve doğa koşulları nedeniyle her yıl yüksek verim de alınamıyor. Antep fıstığına pahalı mı dediniz, bir daha düşünün isterseniz?

İşte Nizip'in dereköylerinden Cidetli (Yeniyazı) Sabri Emmi, hünerli elleri eşliğinde sakin sakin izah ediyor kalem (aşı) atmanın inceliklerini böyle...
İşte Sabri Emmi ve onun ekibinin atmış olduğu kalemlerden (aşılardan) tutan ikisi, aşıdan yaklaşık iki ay sonra:
Tutan Bir Antep Fıstığı Aşısı (Kalemi)
Tutmuş Bir Antep Fıstığı Kalemi (Aşısı)
(Foto: Yunus Kılıç)
(Foto: Yunus Kılıç)
(Foto: Yunus Kılıç)

Yine, Sabri Emmi, bir Kasım günü antep fıstığı budamının inceliklerini anlattı bu şekilde...
 
Antep Fıstığının Karagözü
(Fotoğraf:Atilla Tiryaki)
Yabani Antep Fıstığı Ağacı,
Menengiç ve Buttum
Antep fıstığının ‘Karagöz’ü böyle olur işte. Yaprağın daldan çıktığı noktaya bitişik küçük siyah (koyu kahverengi) yumruya ‘Karagöz’ denilir yörede. Sene ne kadar yağışlı, ağaçlar ne denli bakımlı ve güçlü ise bu karagözler o kadar çok ve sağlam olur. Ağaçlar güçsüz ise kolay dökülür maalesef. Fıstık sahipleri, daha fıstık taneleri ortada hiç yokken neredeyse bir yıl öncesinden bu karagözleri takip etmeye başlar. Hasılatı karagözler belirler zira.

Baharda fıstık cumbaları (salkım) güzün bu hâlde olan karagözlerden filizlenir. Karagözlerin ışkın verdiği o ilkbahar dönemi de antep fıstığı ağaçlarının soğuğa ve dolu gibi ağır yağışlara karşı en hassas olduğu zamandır. Takriben Mart-Nisan aylarıdır bu dönem. Kışın ağaçlar uyku hâlinde olduğundan pek sıkıntı olmaz.

Menengiç kahvesinin yapıldığı yabani fıstık ağacı (aşılanmamış veya kalem tutmamış antep fıstığı (pistachio)) ve meyvesi menengiçlerin olduğu ‘cumba’lar (salkımlar) böyledir işte. Biraz daha büyük meyvesi olan yabani fıstık türüne de, yurdu olan Barak'ta, 'buttum' denilir. Yeşilimsiler içi dolu ve olgunlaşmış olanlardır. Sabunu da yapılıyormuş bu arada...

İlkbahar ile birlikte yine uyanır antep fıstığının karagözleri, evelallah, Barak Ovası bir kez daha bereketi muştular böyle...

Antep fıstığının, özellikle don ve dolu açısından en hassas zamanı takriben Nisan sonuna kadar olan dönemdir. Karagözler sıcaklarla birlikte yavaştan cumba (salkım) olarak kendini belli eder bu dönemde artık. “Allah, afattan tufandan gorusun, bes beterinden saklasın, ne yok ki O'nda!” derdi büyükler bu vakitler hep.
Antep Fıstığı İlkbaharda Uyanırken...
(Fotoğraf: Tuncer Tiryaki)
Antep Fıstığı
İlkbaharda Uyanırken...
(Fotoğraf: Alptekin Karakuş)
Antep fıstığının, yarı olgun cumba (salkım) ve tanelerinin kabuğundan ayıklanma süreci:

Mayıs Ayına Erişen
Antep Fıstıkları (Pistachios)
Mayıs Ayına Erişen
Antep Fıstıkları (Pistachios)
Mayıs Ayına Erişen
Antep Fıstıkları (Pistachios)
Young Pistachio
Antep fıstığının daha detaylı tam serüveni ise burada...

23 Haziran 2018

Son Alıç Ağacı Kuruduğunda...

Alıç Ağacı
İşte alıç, bozkırın simgelerinden sayılsa yanlış olmaz herhâlde. Son 20 yılda, Türkiye tarafında 80'den fazla köyden (Suriye'de de var) meydana gelen Barak Ovası neredeyse tümden antep fıstığı ağaçları ile kaplandı. Eskiden, tahıl tarımının revaçta olduğu günlerde tarlaların orta yerinde bir başına veya birkaçı yan yana alıç ağaçları olurdu böyle. Geniş arazilerin içinde genelde tek başına ve koyu yeşil görüntüsü ile yalnızlığın ağaçlaşmış hâli gibiydi. Fakat bütün canlılar için yakıcı güneşten iyi bir sığınaktı gölgeleri ve lezzetli bir rızıktı küçük meyveleri. Şimdilerde azaldı, hatta bizim muhitteki bu tek ağaç zamana direnmeye çabalıyor kendince. Ancak nafile gibi duruyor. Akıbet işte...

Barak Ovası
Barak Ovası
Bozkırın ruhu toprak yollardır. Yeri başkadır. Ne kadar işi gücü, meşakkati, tozu, sıcağı ve çamuru çağrıştırsa da taşrada hayatın bizatihi belirtisi, umudun insanın önünde uzayıp giden somut hattıdır. Tabiî ki bilmeyene, içinde yaşamayana neyi ne kadar ifade edebilir ki tüm bunlar? Bir de, sadece duvar dipleri değil, belki daha fazlası ağaç gölgeleri için geçerlidir, bozkırda gölgeler sığınaktır.

27 Mayıs 2018

Duvar Dibi

Fotoğraf: Sırrı Tiryaki 
Fotoğraf: Asil Kılıççı
Akçaköy - Barak Ovası


Fotoğraf: Asil Kılıççı
Fotoğraf: Nihal Kadıoğlu
Hepimiz kerpiç bir damız bu âlemde, bir zamanlar şen şakrakken sonunda yalnız ve virane...

Yine de kopamazsın bir türlü toprağından, kerpiç damlardan, lastik ayakkabılardan, demir beşikten, kazma kürekten, kundaktan, derme çatma ahşap kapılardan, kesmikten, ambardan ve o emek dolu ağıllardan...

Gün gelir bir fotoğraf yeter tüm o geçmişi bir anlık diriltmeye ve yüzleri üşüşür dimağına hatıralarda kalanların...
Fotoğraf: Kadir Deliaslan
Fotoğraf: Nihal Kadıoğlu

Neticede duvar dipleri taşrada sığınağıdır insanın işte, her köşebaşı apayrı bir dünyadır.

Sonra toprak damlar ve duvarlar vardı. Misal, ‘Kellim Buçuk’ bazı kalın kerpiç duvarlar için kullanılırdı. Bu tür duvarlar örülürken kerpiçler, bir yanlamasına, bir uzunlamasına olacak şekilde aynı hizada dizilirmiş. Anlatılanlara göre, bir 'gor'a (dizi) iki adet yanlamasına kerpiç konulduğu da olurmuş, haliyle o duvar daha kalın olurmuş. Kerpiç dayanaksız bir yapı malzemesi olduğundan duvarların kalın olması gerekirdi.
Barak Kadını
Ahmediye (Turuncu Başlık) Barak'ın simgelerindendir.
Dövün (Dövme) ise çok eski ve kaybolmuş bir Barak geleneğidir.
(Fotoğraf: Hasan Yelken)
Ayrıca kerpiç damları tutan direklerin desteklediği hasırlar arasından sızan toprak, içinde yaşayanların sofrasına, yemeğine, yatağına yorganına, halısına başına serpişip dururdu arada o zamanlar. Çoğuna göre bir eziyet ve rahatsızlık olan bu toprak döküntüleri, kim bilir belki de içinde yaşayanlar için toprak ile bütünleştiren bir şeydi.
Barak'ta, akşam ekmeği vaktinde bir gün daha biterken...
(Fotoğraf: M. Ertan Tiryaki)

14 Mayıs 2018

Köy Otobüsü

Gaziantep’te 1980’li ve 1990’lı yıllarda ortaokul ve liseyi okurken Barakeli’ndeki köyümüz ile en önemli ulaşım araçlarının başında köy otobüsleri gelirdi. 'Gara’nın, Derde’nin ve Vahdettin’in diye anılan eski Leyland, Mercedes 302 ve 50 NC’den bozma tozlu otobüsleri çok iyi hatırlıyorum hâlâ. Neyse mevzumuz bu değil aslında şimdi. İşte bu köy otobüsleri o zaman şu tepenin ardından kalkardı. ‘Köylü garajı’ denirdi ahali arasında otobüslerin kalktığı muhite. O zamanlar, civarda yolcu taşımacılığı yapan büyük araçların gerçekten yoğun olarak kullandığı bir uğrak yeriydi orası.

Aşağıdaki fotoğrafta hemen dikkat çeken bina, meşhur Şıra Hanı’nın 1890’lı yıllardaki görüntüsüymüş. Hanın arkasındaki mezarlığın yerinde hal ve toptancılar vardı 1990’larda. Gerçi toptancılar hâlâ var sanırım. İşte Şıra Hanı’nın yanından, halın oradan köy otobüsüne, köye veya hale doğru geçerken yolun kenarındaki yeşil boyalı bir mezar hep dikkatimi çekerdi o vakitler. ‘Ne işi var acaba burada?' diye düşünürdüm yatırı andıran bu mezar için. Meğerse asıl bizim ne işimiz varmış orada, aslında orası eski bir mezarlıkmış ve bir tek o mezar kalmış geriye, artık neyse hikmeti. İnsan ‘garip’ bir mahluk vesselam.
Şıra Hanı, Gaziantep, 1890

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...