08 Temmuz 2018

Neden 'Garıp' ve 'Barak Üniversitesi' Neresidir?

Oysa o kadar türkü ve mesele var Barak'ta yazılacak. Aslında şu linkte çok önceden yazmıştım mevzunun benim açımdan başlangıcını. Neden bilmiyorum ama 'Garıp' kadar iz bırakan türkü az sanırım Baraklar için. Belki hasreti, uzun ve meşakkatli bir yol hikâyesini derinden işlediği için, belki sadece 'Garıp' olduğu için. Fakat yukarıdaki linkte beşine de yer verdiğim bu 'Garıp' icraları etkileyici benim açımdan.  Ah 'Garıp' Ah... Barak'ın 'Garıp'ı hasrettir işte. Gidenlere, artık geri dönmeyecek olanlara, sılaya, yurda ve yâre özlemdir. Ağıda ve türküye dönüşmüş uzun bir yolun hikâyesidir. Ondandır Barak'ın her bir köşesinde türlü türlü biçimlerde söylenir durur, dilden dile ve nesilden nesile aktarılır. Bu kültürü, atalarımız kendi çabaları ve ellerinde ancak olan sözlü kültürleriyle bugüne getirmiştir.

Garıp hikâyemizin girişinde 'Neden Garıp?' dediğimizi ve 'Barak Üniversitesi'ni şöyle izah etmeye çalışmıştık:

"Garıp'ın babası Mamov Ağa Barak Havaları'na çok düşkün bir adamdı, rahmetli. Nerede bir abdal görse hemen zurnasını tüttürmesini ister, zurnanın tiz sesiyle kendinden geçer, ağır ağır başını sallayarak derinlere dalardı her seferinde. Özellikle Garip Türküsü'ne ayrı bir tutkundu. Yakaladığı abdalı, kendisinin yerel ağızla 'Garıp' dediği bu türküyü çaldırmadan bırakmazdı. Sözlerini ve müziğini çok sevdiği bu türküyü sessiz sessiz dinlerdi, ama kendisi söyleyemezdi. Bir söyleyen olmasa bile, tiz zurna sesiyle türkünün ezgisi de çok hoşuna giderdi.

Esasında kimi sözleri uzatılarak, kimi sözleri daha bir vurgulanarak icra edilen Barak Uzun Havaları, bu yörenin insanı için en önemli duygu dışavurumu ve yansıması olarak görülebilir. Diğer Anadolu insanları gibi Baraklar da duygularını açık şekilde ifade etmeyi pek sevmezler. Türküler, duygu aktarımı ve ifadesi için muazzam bir araçtır. İnsana dair hemen her şey türkülere konu olur ve bir insanın görüp görebileceği en içten biçimde dile gelir âdeta. İşte Barakeli’nde, dost meclislerinden düğün dernek etkinliklerine kadar, neredeyse tüm kalabalık ortamların temel eğlence ve gündem maddelerinden biridir Barak Havaları. Hüzün tüter Barak’ın neredeyse tüm bu türkülerinden, tıpkı hayatın kendisi gibi. Bu türkülerin arkasında yatan yüzlerce yıllık göç, sürgün, isyan, ıstırap ve özlemler, derin ve duygu dolu ağıtların dokunaklı sözleri ve zurnanın tiz sesiyle buluşmakta, sanki bir çığlığa dönüşmektedir. Barak'ta nesilden nesile aktarılan bu söz ve ezgiler, Barak Kültürü'nün en önemli ürünlerinden sayılabilir. Bir anlamda geçmişi ve gidenleri ‘unutmadık’ demektedirler. Çünkü hem tarihsel olaylardan hem de günlük yaşamdan derin izler taşır bu türküler.

Bu türkülerin yüzlerce yıldır Baraklıların hayatında bu denli yer kaplaması ve iz bırakması boşuna değildir. Geçmiş, tüm azamet, haşmet ve acılarıyla bu türkülerde hâlâ yaşamaktadır. Sanki bu türkülerin her söylenişi, bir çeşit o eski zamanların yâd edilmesi gibidir. Dinleyenler, âdeta o eski zor günleri yaşamış gibi derin düşüncelere dalar genelde. Geçmiş ve anılar, bugünün dertleriyle harman olup savrulur gibi olur bu Barak Havaları ile. Bilmeyene ve içinde yoğrulmayana çok dokunamayabilir bu ağıtlar, ama içindeki o içten ve derin hisleri duyumsayabilenler için artık vazgeçilmez olur Barak Türküleri.

Mamov Emmi, ta çocukluğundan beri, tam bu türkülerle yoğrulmuş bir adamdı işte. Daha küçüklüğünden itibaren babasının odasında ziyarete gelen yakın akrabanın ve dostlarının ağırlanmasında hep hazır olmuş, gelenlere hizmet edip ikramda bulunmuştu. Dolayısıyla Barak’ın tüm sözlü anane ve kültürünü, öyle duyarak değil, içinde yaşayarak öğrenmiş biriydi. Hatta yeri geldiğinde insan ilişkilerine dair,

-“Tamam yorum, tamam, biz resmiyette bir fakülte bitirmedik, amma ‘Barak Üniversitesi’nde yetiştik, eyi bilirik bungları” derdi sık sık. Sonra ilave ederdi bazen: “Barak böyük okul eâğam, ne yok ki orda?”..."

Fazlası burada...

06 Temmuz 2018

Barak'ta Efendi ve Ağa Köyleri

Gerek Barak’ta yaşadıklarım, gerek yöredeki ziyaretlerim, gerek yaptığım görüşmeler ve gerekse diğer tanıklık ve duyduklarım Barak Ovası’ndaki köylere ilişkin kendimce önemli bir gözlemde bulunmama yardımcı oldu. Barak’ta köyler görece yakın zamana kadar büyük oranda, ya eski ve yerli köy ağalarının mülküymüş ya da yörede “Efendi” denilen Osmanlı dönemindeki şehir kökenli bir zümreye aitmiş. Dolayısıyla Barakların bir kısmı bu köy ağalarının ve bu tür köylerde yaşayanların soyundan gelirken bir kısmı da Efendilerin köylerinde yaşamış olanların torunudur. Görebildiğim kadarıyla sosyolojik olarak ağa köylerinin ahalisi ile Efendi köylerinin ahalisi arasında, tüm aşiret, oymak ve sair akrabalık veya kültürel benzerliklere rağmen zaman içinde dikkate değer bir yaklaşım ve tavır farklılığı oluşmuş sanki...

Barak Ovası, Osmanlı döneminde Birecik Kazası'na bağlıydı büyük oranda. Birecik Kazası'ndaki veya yakın muhitteki görece eğitimli eşraf, gerek 19. yüzyıldaki toprak ve tapu reformu sırasında ve gerekse Barak yöresindeki ahalinin durumu zamanında fark edememesi sebebiyle bölgedeki bazı köylerin mülkiyetini tümden bazılarını da kısmen ele geçirmişler. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısı, Barakların en önemli mücadelelerinden ve gündemlerinden biri genelde 'Berecik Efendisi' dedikleri bu zengin köy sahiplerine karşı olmuş. Neticede günümüzde birkaç köy dışında Barak'ta Efendilere ait pek köy kalmadı gibi, Baraklar bir şekilde topraklarına sahip çıkmasını bildiler yine. Fakat mevzu, sadece toprak sahipliği değildir elbette. 

Aşağıda, Cahit Tanyol'un ilgili makalelerinden derlediğimiz bazı sayfalarda, bu Efendilerle girişilen mücadele örnekleri ve akıbet hakkında sözlü aktarıma dayalı birtakım bilgiler yer almaktadır.

04 Temmuz 2018

Develik

Develik'in Dikmesi (Kolonu)
Seydimen'in son kurucusu Hanifi (Hüfney) Ağa'nın en büyük oğullarından Mehmet Ağa, bir zamanlar köyde etkili söz sahibiydi. Köyün en yüksek noktasına, babasının iki katlı kerpiç konağından daha büyük ve gösterişli bir bahçeli kerpiç ev yaptırmıştı. Şimdi yerinde tek katlı briket bir yapı olan bu konağın nasıl yapıldığı, içinde neler olduğuna dair Mehmet Ağa'nın hayattaki tek oğlu Servet Tiryaki'den
Develik
kısaca bilgiler aldım.

Bu arada, daha önce burada resimlerini paylaştığım deve ahırını da sordum kendisine. Sağ olsun Servet Emmi, hem babasının büyük kerpiç evini ve etrafı duvarla çevrilmiş bahçesini hem de 'Develik' denilen yüksek tavanlı ve sonradan yapılan ilave kerpiç ahırını anlattı özetle ve ekledi:

-"Böyle bir hayat yaşadık gitti, şükür de, şimdi nostalji oldu, hayat hatırası..."
Hüfney Mehmet'in Odası

03 Temmuz 2018

Fıstık Seçmek

Antep Fıstığı Hasadı (Fotoğraf: Bedia Tiryaki) 1990'lı yıllar...

Her Eylül başı, gelip çatar fıstık zamanı Barak Ovası’na… Her daim apayrı ve tatlı bir heyecan sarar antep fıstığı üreticilerini bu dönem; artık “mığal”ın (ürünlerin) ağaçtan toplanıp ayıklanma ve çuvallanma vaktidir. Yöre hiç olmadığı kadar yoğunlaşır, neredeyse yurdun dört bir yanından insan akar ovaya... Köy kökenli bütün şehirlilerin bile iyice köylü oldukları zamanlardır artık… Misal, fotoğrafta babası büyük amcamız ve kuzenleri arasında “Ahmediyeli” (Turuncu Başlık) olan kuzenimiz bir profesör şimdi…

Artık yöremizde "fıstık devlüpleri" (değirmen) çalışıyor, antep fıstığı hasadı makinelerle sona eriyor daha çok. Fakat "fıstık seçmek" diye bir işbölümü hâlâ var hasat sırasında. Ama eskiden büyüklerin bir numaralı işiydi toplanan fistıkları çadır üstünde işte böyle ayıklayıp seçmek. Gerçi burada genç yeğen Kadir, amcası Kadir'e yardım ederken kadraja girmiş, gayet güzel ve doğal bir fotoğraf olmuş bence.
Antep Fıstığı Hasadı
(Fotoğraf: Bedia Tiryaki)
1990'lı yıllar...

29 Haziran 2018

Bozkır Kaderimiz Ama...

Nereye gitsek (misal burası İncek-Ankara, Haziran sonu), engebeli, bakımsız, çorak ve geniş düzlüklerle karşılaşmamak pek mümkün değil yurtta. Sanki yazgımız, sanki türlü haliyle bizatihi bizdir bozkır. İşte şehirlerin sürekli büyüyen sınırları son alıç ve ahlat ağaçlarının ensesinde. Fakat her şeye rağmen bozkırın uçsuz bucaksızmış hissi veren toprakları ve yapayalnız ağaçları, umudu canlı tutarken güzelliğini de hep korur, tıpkı içinde barınan insanlar gibi...

Peki, nedir mevzu? Belki kimine nostalji gibi geliyor tüm bunlar ama öyle değil esasında. Asıl mesele, tüketmekten çok üretmek ideali. Köy ve taşra demek en yalın haliyle bu bence. Betonarme bir medeniyete dönüşen şehrin insana verdiklerinden ne kadar memnunuz? Lafta herkes şikâyetçi ama kimse vazgeçemiyor havasız dört duvar aralarından, oysa köyler de çok değişti. Misal, en uzak köyden bir büyükşehire dahi gitmek neredeyse bir saatin altındadır arabayla, belki çoğu büyükşehirde iki semt arasındaki en asgari ulaşım süresi kadar bu. Hülasa teknolojinin yaygınlığı, her anlamda taşrayı şehre yakınlaştırmış durumda, mesele irade biraz; sadece tüketmek mi yoksa daha fazla üretmek mi? Kanımca, şu âlemdeki en muteber insanların başında üreticiler gelir, elbette her manada üretken olanlar...


Memlekette mevcut durum kabaca ve maalesef şöyle:
-Köyler bomboş,
-Gençler, köyde yaşamaktansa şehirde AVM'lerde asgari ücretle tezgâhtarlık gibi zor bir işe bile razı,
-Köylerde okul pek yok, çocukların eğitimi büyük mesele,
-Tarım desteklerinin çoğu, köyle ilgisi babasından kalan arazilerin tapusuna sahip olmakla sınırlı ve hemen hepsi şehirde oturanlara gidiyor,
-Tarımda ve toprak sahipliğinde şirketleşme ve endüstriyel dönüşüm olamıyor, buna karşılık geleneksel ziraat yeterli olmuyor,
-Köyde kalan gençlere kız da vermiyorlar.

O zaman kim üretecek memleketin ihtiyacı eti, sütü, tahılı, samanı, sebzeyi ve meyveyi?

26 Haziran 2018

Anadolu'nun Suyu ve Barak'ın Dereleri

Barak insanı, Fırat'a 'Mırat' der Murat Suyu'ndan mülhem. Mezopotamya'yı medeniyetin beşiği yapan ve çağlar boyu besleyen Anadolu Dağları'ndan doğup akan Fırat ve Dicle olmuş. Ortadoğu'nun büyük bir kısmı ekmeğini işte Anadolu'dan çıkıp giden bu sulara borçlu. Ancak gün geçtikçe debisini ve coşkusunu kaybediyor sanki Fırat, artık üzerine kurulan barajlardan mı, yoksa iklim değişikliği ve kuraklıktan mı, bilemiyorum. Fakat her şeye rağmen azametini de hep korur Fırat. İşte böyle Suriye topraklarına doğru uzar gider kuru Barak toprağının hemen yanından...







Barak'ın Dereleri
Yukarıdaki krokiye dikkat edince hemen fark ediliyor. Bundan 50-60 yıl kadar önce Barak'ın orta yerinden iki dere geçip Fırat nehrine dökülürmüş. Biri, Nizip ve Orul tarafından iki koldan çıkan ve sonra birleşen Nizip Çayı. Şimdi bu çayın kimyasal atıklarla zehir saçtığı ve üzerine kurulan Hancağız Barajını tehdit ettiği söyleniyor. İkincisi Çütlük'ün ve Germiş'in yanından yine iki koldan doğan ve sonra birleşip Karkamış civarında Fırat'a kavuşan dere. Bu dere çoktan kurudu bildiğim kadarıyla. Ne garip, şimdilerde Fırat'ın suyuna hasret olan susuz Barak toprakları bir zamanlar Fırat'ı beslermiş meğerse.

Yöremizin Kaderi ve Çehresi

Barak Ovası'nın ve Karkamış'ın gelişip kalkınması için, işte yukarıda fotoğrafları yer alan, Fırat kenarının ıslahı, orada parkların, güvenlikli ve uygun yürüyüş yollarının, dinlenme ve piknik alanlarının, çay bahçelerinin, spor alanlarının ve hatta yapay plajların yapılması çok önemli. Sadece Gaziantep şehir merkezinden gelecekler bile Karkamış'ı ve Barak Ovası'nı canlandırmaya yeterlidir. Gaziantep insanı, suya ve su kenarlarına hasret ve Karkamış'tan kuzeye, yukarıya doğru Fırat kenarında çok büyük bir potansiyel var; doğal güzellik, tarih, kültür, nice bitki ve kuş çeşitleriyle... Elbette böylesine bir proje için yolların genişletilmesi ve geliştirilmesi gibi ilave altyapı yatırımları da gerekiyor bölgede.

Zaman ve Mekân

Aslında yapacak bir şey yok. Olup bitiyor geçip gidiyor her şey. İnsan yalnızca figüran ortada ve çoğu figüran gibi gayet kolay harcanıyor. Mekânlar bile direnemiyor zamana, insan ne ki? Elden gelen sadece kayda almak belki. İşte eski ve virane bir kerpiç ev ve oda köyden, son kalanlardan, çöküp gideceği günü bekliyor, diğerleri ve herkes gibi...

Ahşap Dikme (Kolon)
Biz çocukken tüm ağıllar ve samanlıklar doluydu, oysa şimdi in cin top oynuyor dört bir yanda. Üstelik bu mekânlar kalan son kerpiç yapılardan, o zamanlar pek şikâyet eden olmazdı da et fiyatlarından bu arada. Sanırım deve ahırı olarak tasarlanmış ki bir hayli yüksek, belki de samanlık. Kerpiçten yapılma kare dikme (kolon) gayet orijinal, duvarlardaki sıvanmamış kerpiç işçiliği hoş, dekorasyon gibi duruyor. İnşallah sahipleri muhafaza eder bu yapıyı...
Kerpiç Dikme (Kolon)
Tağalar (Pencereler), Sulukluk (Banyo), Mâhmil (Kilitli Gömme Dolap), Yüklükler (Gömme Dolap Yerleri), Ahşap ve Kerpiç Dikme (Kolon), Samanlık ve daha nice ayrıntılarsa hâlâ ayakta her şeye rağmen...

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...