12 Kasım 2015

Hılle

1970'li yıllar, yine bizim o eski kerpiç evin önü,
Anam diyor ki: "Ben döşek dikiydim.
O (Essüm (Esma) Ninem) geldi ve dedi ki:
"Ben de şuraya oturiym da fasulye ayıkliym!"."
Essüm (Esma) ninemin bakırdan bir 'hılle'si (leğen (teşt) biçiminde kocaman bir kazan, 'Halle' de denir) vardı. Hâlâ da kullanılır bu. Hâyır olsun diye umumun kullanımına vakfetmişti rahmetli. Komşu köylerden bile gelip götürürlerdi bu hılleyi. Çocukluğumda, buğday hasadından sonra, önce bulgur için 'hedik' kaynatılırdı hılleyle, sonra domates salçası için ezilen domatesler ve güz başında da üzüm şırası ('şire' der bizimkiler). Önce domates salçası hazır olarak alınmaya başlandı. Sonra bulgur da toptancılardan satın alınır oldu. Kaldı geriye pekmez başta olmak üzere, şıra yapımı. Şimdilerde büyük oranda şıra kaynatmak için kullanılır bu hılle.

Şıra işi ince, zahmetli ama neticesi kıymetli bir uğraştır. Anam, genelde en sona bırakır mevcut işler arasında şıra yapmayı. Her türlü yaban ve hasat işi bittikten sonra, salim kafayla girmek ister şıra işine. Bu nedenle, Eylül ayına kalır bizde şıra yapımı. Gerçi günümüzde pek kurutmak için yetiştirilmiyor, ama esasında kurutmalık üzümler yaz ortası kesilir. Daha sonra şıra yapmak ve güz boyu hane tüketimi için bir miktar üzüm 'tiyek'lerde (üzüm bağları) bırakılır. İşte bu kalan üzümler, öncelikle kesilip eve getirilir sepetlerle şıra yapmak için. Sonra bu üzümler 'curun'a (dikdörtgen şeklinde ve yerden hafif yüksekçe çok küçük havuz) atılır. Curunlar genelde hafif eğimli olur, amaç, içine konulan üzüm gibi şeylerin suyunun kendi hâlinde bile tabandan havuzun dışına döküleceği boruya doğru gidebilmesidir. Fakat bu üzüm suyu çıkarma işi ince bir iştir. Öyle harala gürele üzümleri curunun içinde tepelemeye başlarsanız, bir süre sonra, üzüm suları, çeltikler, ezilmemiş üzüm taneleri hepsi birbirine girer, vıcık vıcık bir görüntü oluşur. Üzümler kısmen ziyan olabilir de. Bunun için, curunun yüksek olan uç tarafından, ayaklar birbirinden ayrılmadan bitişik şekilde, yavaş ama seri minik adımlarla üzümlerin tepelenmesi gerekir. Yan yana adımlarla curunun kısa olan enine doğru hareket edilir. Önce bir ayak boyu mesafe enlemesine tepelenir, sonra hemen bir ayak boyu daha ilerisi enlemesine olarak, sıralı şekilde düzen bozulmadan tepelenir. Böylece, üzümlerin dengeli bir şekilde, ortalık vıcık vıcık olmadan ezilmesi ve üzümlerin zayi olmaması sağlanır. En son, curunun içindeki tüm üzümlerin tepelenip ezilmesi akabinde, kalan sulu üzüm posalarının patates veya soğan çuvalı gibi iri gözenekli bir çuvalın içine konularak, kısım kısım son kez sıktırılıp curunun dışına atılması sağlanır.

Solmaz yenge o hılle ile pekmez kaynatıyor.
'Şire'nin 'kef'ini (köpüğünü) alırken...
(Fotoğraf: Yılmaz TİRYAKİ)
Üzümler tepelenmeden önce üzerine beyaz toprak atılır. Bu nedenle, curunun aşağı eğimli tarafındaki borusundan akan üzüm suyu bulanık olur. Ancak bu önemli değildir, şıra yapımı için gerekli olan bu toprak hıllede kaynarken dibe çöker. Misal, pekmez güneşte olgunlaşmaya bırakılmak üzere, ilk 'aşım'dan (kaynatımdan) sonra daha küçük kaplara alınırken, dipteki bu toprak, üzüm çekirdekleri gibi diğer kalıntılarla beraber süzülmüş olur. Ortaya kahverengi, ayna gibi üzüm şırası çıkar. Eğer gün pekmezi yapılacaksa, bu şıra damlarda daha küçük kaplara konularak güneşin altında bırakılır. Böylece güneşin sıcağında olgunlaşan şıra, giderek katılaşarak kendi hâlinde pekmeze dönüşür. Arada karıştırılıp çok sayıdaki kaplar arası aktarım da yapılır tabiî. Eğer, gün pekmezi değil de, şıra kaynatılmaya devam edilerek, koyulaştırılıp pekmez yapılacaksa, toprağı süzülen şıra tekrar hılleye atılır. Eğer pekmez dışında, bastık, dilme ve sucuk gibi pestil türleri yapılacaksa, kaynayan şıraya, bir kenarda likit hâle getirilen nişasta ('nişe' denir) atılır. Aman dikkat! Nişastayı doğrudan kaynayan hılleye atarsanız, şıra mahvolabilir. Nişastaların sıcak şıranın içinde topak topak kalması, pek arzu edilen bir şey değildir. Neticede, şıra yapımı tek bir ailenin kendi başına kolaylıkla yapabileceği işlerden değildir. Genelde imece usulüyle konu komşuyla birlikte yapılır.

Bir de anam, arada hıllede kaynayan şırayı karıştırmak için, bizimkilerin 'sütleğen' dedikleri güzel kokulu ve sarı çiçekli bir ot kullanırdı, hoş bir aroma katsın diye.

1 yorum:

Tercan Tiryaki dedi ki...

Eveli Şehr Ahiri Şehr derdi Nenem. Aslında benim ilk tanıdığım "şehirli" olma heveslisi insandı. Dedem toprağı, Köyü, odayı ve Köyün rahatını severdi, beraber Antepe gittiğimizde hemen Köye dönmek isterdi, Babam da öyle. Ben hep ikisinin arasında kaldım. Şehirleri de sevdim, Köyü de. Nenem kendini Kargamışlı olarak şehirli görürdü. Narin bir insandı Rahmetli, yaban işlerine beraber giderdik, Atatürkü sorardım, inkılap tarihinin ilk notlarını ondan almıştım. İnönüyü sorardım, 40lı yılları. Dili döndüğünce söylerdi. Kıtlık zamanını, nasıl buğdayları sakladıklarını. Babam Nenemi çok severdi, ama sevgisini göstermeyi beceremezdi, öldüğü gün "Nenen öldü" sesindeki "vurguyu ve üzüntüye karışmış sevgiyi" hala hissederim, içim burkulur. Nenem narin bir gül gibi solup kayboldu bir güz günü.

Benimle arası iyiydi, çok yoldaşlığımız oldu, yalnız fıstık seçerken onun seçtiği fıstıklarını önüme çekerek "çok seçtim böbürlenmeme" kızardı. Çalışkan görünmek isterdi Rahmetli, ama çalışkan bir insandı zaten. Kurnazdım, illa bir hile yapardım bu çalışma zamanlarında :)

Şehirleşme olayı aslında basite alınmayacak sosyolojik bir mesele, bu konuda birazda bu husus üzerinde sorgu yapmak isterim. Bugün İstanbul'da Kastamonu bilmem ne köylülerinin veya Yozgatlıların vs bilmem ne köyünün dernekleri var. Bu insanların bir araya gelme isteğini anlarım ama şehirleşmemek için verdikleri mücadeleyi de anlamam. Aynısı Avrupadaki işçiler için de geçerli, yeniye, çağdaşlaşmaya karşı verilen bir mücadele "direnç" var. Bu direnç aslında "köylülüğü" devam ettirme isteğidir. Buradaki köylülük, köyde oluşan sosyolojik ve psikolojik "anlayışın" hayata eğemen kılınmasıdır. Bu anlayış dünyayı, bilimi, gelişmeyi yok sayar. Geleneğin ve kast sisteminin verdiği "rahatla" dünyayı yorumlamak ister. Bu yorum köy ortamının, aşırı geleneksel anlayışın kısıtladığı bir yorum. Bunun sağladığı bir konfor da vardır. Ama dünya hep gelişmişliğe, çağdaşlaşmaya ve dünyaya uyum sağlayana "gelecek" vaad eder.

Bugün Nenem'in hatıratını okurken, bu şehirli olma hevesi takıldı aklıma, aslında gelişmeye, yeniliğe, kendini geliştirmeye ilk adımdır bu, köyün feodal, buyrukçu, herkesi küçük gören, bir tek kendini üst gören "ağa" ve kıyaslamacı anlayışından, birey olma, özgür olma, kalıplarını kırma çabasına "uyum" mücadelesidir. Yani Maho Ağa'dan Haraptar'ı bedavaya satmış geçim için tiz sesle domates satmaya çalışan emekçinin yaşam döngüsüne olan değişim. Herkes eşit ve bireydir. Bunu köy psikolojisinde anlamak, özümsemek kolay değildir. Oysa gerçek dünya öyledir. Yani ağa veya başkasını köle zanneden rüya bitmiş, devri kapanmış, dünyayı yakalamak için tek çare insanın emeği, kişisel becerisi kalmıştır. Birey olma, birey olarak başarma ve bireysel hak artık tek çıkış noktası olmaktadır. Cemaatlerin düşünmeyi "sınırlama" taassubu gibi köylülüğün de "sorgulamayı", düşünmeyi sınırlandırma baskısı vardır ki bu gelişmeyi, dünyayı algılamayı güç hale getirir. Zaten bu kısır döngü sonuçta Haraptar'ın satılmasına neden olur, susuzluk işin bahanesidir.

Benim gözümde Nenem değişimi, yeniliği seven çabada bir insan oldu, aydınlık insanları yetiştiren anaların yarattığı "ortamın" mimarlarından. Bakarsanız aslında bizim köy şehire, şehirleşmeye (arapçası medenileşmek, ingilizcesi civilized) yatkın olmuş, körü körüne adetlere saplanıp kalmaya hep karşı çıkmıştır. Kızların okumasından, kadınların yaban işinde az çalışmasına kadar bir çok konuda çağdaş adımlar atmıştır. Değişime ön ayak olmuştur. Bu konularda Barakta hep örnek alınmıştır. Bunun meyvelerini de almıştır, ama hepsinden önemlisi çağı yakalamak için kendini şehre, medeniyete barışık hale getirmiştir. Bunun oluşmasında bu aydınlık dışarıdan gelen "Nine Gelinlerin" çok katkısı olmuştu.

Bu katkıyı devam ettirip, yalnızca geçmiş ve statüko girdabına girmeden dünyayı algılama çabasında olan yeni nesile de sevgiyle.

Öne Çıkan Yayın

Barakeli'nde Bir Köy, Seydimen, Hatıralar ve Hikâyeler

"Memleket ve çocukluk, insan hangi yaşa gelirse gelsin ve ne kadar çok mekân değiştirirse değiştirsin, hep yanında taşıdığı şeylerdend...